DEMOKRATİK AÇILIMI BEKLERKEN

Günlerdir Türkiye kamuoyu “demokratik açılım”a kilitlendi. Bu açılımın yıllardır süren terörü bitireceğine birçok kişi inanmaya başladı. Herkesin 15 Ağustos’ta Öcalan’ın yapacağı açıklamaya kilitlenmesi ise işin en ilginç yanı.

Açılımın sihirli cümlesi: “Anaların gözyaşları dursun.” sözüdür. Bu söze kim itiraz edebilir? Kim ülkesinin kan ve gözyaşına boğulmasını ister ki? Dünyanın neresinde olursa olsun gözyaşı döken bir anneden etkilenmemek mümkün müdür? O gözyaşlarının içimizi nasıl kavurup yaktığını bilmez miyiz? Duygusal yaklaşımları fazla abartmak, akılcı yaklaşımları, mantıksal çözümlemeleri engeller.

Bir sorunu çözmek için, o sorunun neden-sonuç ilişkisine iyi bakmak gerekir. Herkes, şu soruları sorup yanıtlarını bulmalıdır: Türk ve Kürt analarını kan ve gözyaşına boğan teröristler dağa neden çıkmıştır? Terörü kimler, hangi amaçlarla desteklemiştir? Terörden içeride ve dışarıda kazanç sağlayanlar kimlerdir? Terörün ortaya çıkmasındaki toplumsal ve siyasal koşullar nelerdir? Bu soruları daha da artırabiliriz. Önce bu işin nedenlerini görmek için biraz eskilere gitmek gerekir.

Kurtuluş Savaşı’nı engellemek isteyen emperyalistler, temel olarak üç işbirlikçi grubundan yaralanmışlardır. Bunlardan birincisi çoğunluğu liberal çizgide olan mütareke basınıdır. Mustafa Kemal ve arkadaşlarına akıl almaz saldırılarda, ipe sapa gelmez karalamalarda bulundular. Amaçları kurtuluş mücadelesini engellemekti.

Bu grupların ikincisi, işgal kuvvetlerinden medet uman din bezirgânlarıydı. Bunlar Kurtuluş Savaşı’nda “Din elden gidiyor!” diye haykırarak Haçlı planlarına destek oluyorlardı. Cumhuriyet döneminde birçok kalkışmayla da modern Türkiye’nin oluşmasına ket vurmak istediler.

Üçüncüsü ise genellikle İngilizlerin desteğiyle ve kışkırtmasıyla isyanlar çıkaran bazı Kürt aşiretleridir. Sakarya Savaşı sırasında Koçgiri ayaklanmasının olması; Musul sorunu tam halledilecekken Şeyh Sait, Hatay’ın anavatana katılmasından hemen önce Dersim isyanlarının çıkması rastlantı mıdır? Bu ve benzer ayaklanmaların nedenleri haklı gerekçelere bağlanabilir mi?

12 Eylül darbesi ülkemizde iki büyük sorun yarattı. İlki ılımlı İslam çizgisinde palazlanan tarikatçı örgütlenmelerdir. 12 Eylül’le iktidara gelen Özalcı liberaller toplumu değiştirip dönüştürdüler. Bu değişim, olumsuz yönde oldu. Toplumsal değerlere hızlı bir saldırı başladı. Değer sisteminin gevşemesi toplumsal yozlaşmayı getirdi. Özgür bireyin yerini cemaatler aldı.

12 Eylül’ün yarattığı diğer sorun ise PKK’dır. Diyarbakır cezaevinde yaratılan olumsuz koşullar, terör örgütüne adeta bilinçli bir biçimde militan kazandırmıştır. Yine Kürtçenin yasaklanması ise 12 Eylülcülerin dâhiyane bir buluşudur.

Peki, amacı neydi 12 Eylülcülerin? Amaç, antiemperyalist çizgide gelişip güçlenen solun önünü kesmekti. Baskılar ve toplumu dönüştürme çalışmaları sonucunda sol, gittikçe güçsüzleşti. Güçsüzleşen sol kısır döngü içine girdi ve siyasal, düşünsel, kültürel alandaki yaratıcılığını yitirdi. Siyasal İslam’ın ve PKK’nın gelişmesi ülkemizi hızla sağcılaştırdı. Sağcılaşan ve solu tükenmekte olan Türkiye; emperyalist yaptırımlara, dayatmalara direnemez duruma geldi.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki KİT’ler özeleştirme politikaları sonucu satıldı. Böylece kısıtlı iş olanakları da yok oldu. Toprak reformunun yapılmaması bölgesel yoksullaşmayı artırdı. Sağlık ve eğitim hizmetlerinin aksaması bilinçsiz, kontrolsüz nüfus artışına neden oldu. Yoksulluk, cehalet ve feodalitenin baskıcı ortamı terör örgütünün hızla gelişip palazlanmasına neden oldu.

Sorunun çözümünü kendi tarihsel geçmişimizde aramalıyız. Öncelikle devlete, sosyal devlet olma özelliği yeniden kazandırılmalıdır. Sosyal yardımlaşmayı cemaatler eliyle çözmek büyük bir aymazlıktır. Bölgede toprak reformu ivedilikle yaşama geçirilmelidir. Özelleştirilen KİT’ler geri alınarak etkin hale getirilmelidir. Bölgesel yatırımlar özel sektöre bırakılmamalı, devlet eliyle yapılmalıdır. Yatılı okullar yapılmalı ve bu okullarda yoksul öğrencilere eğitim olanakları verilmelidir. Kürtçenin öğrenilmesi engellenmemeli, ancak öğrenim dili Türkçe olmalıdır. Eğitim ve sağlık hizmetleri yaygınlaştırılarak aile planlaması için halk bilinçlendirilmelidir. Bu önerilerimiz çoğaltılabilir. Fakat bunları hayata geçirebilecek bir siyasal irade mevcut mudur? Bence Hayır!

Peki, AKP’nin demokratik açılımı başarılı olabilir mi? Yani terör biter mi? A.Öcalan yargılanması sırasında “Şeyh Sait’in devamı olduğunu ve kullanıldığını” söylemişti Ne yazık ki demokratik açılımcıların tek umudu, kullanıldığını söyleyen bölücü başının ağzından çıkacak bir çift lafı beklemeleridir.

Bölücü örgütü yıllarca kollayıp destekleyen ABD (Çekiç gücün İncirlik üssünden PKK’ya lojistik destek sağladığı bazı devlet görevlilerimizce açıklanmıştır.) ve diğer emperyalist ülkeler çözüm istiyorlar mı acaba? Emperyalizmin en büyük marifetlerinden biri bölgesel sorunlar yaratmaktır. Sonra bu sorunları güya çözmeye kalkarlar, ama hiçbir zaman da çözmezler. Böylelikle de sorun gittikçe karmaşık bir hal alır. Karmaşık, çözümsüz sorunların olduğu bölgeler ise emperyalizmin kolay sömürü ve yönetim alanları olur. Bu sorun küresel güçlere teslim olarak ve yine onların reçeteleriyle çözümlenemez. Daha da karmaşıklaşır, içinden çıkılmaz bir duruma gelir.

Bir ülkede toplumsal barış, farklılıkların körüklenmesiyle değil; ortaklıkların güçlendirilmesiyle olur. Bizim üniter devlet biçimimiz ortaklıklar üzerine kuruludur. Farklılıklar üzerine kurulan Yugoslavya ve SSCB’nin dağılma sürecini hepimiz gördük. Halkların bitmez tükenmez düşmanlıkları, savaşları, kıyımları engellenebildi mi?

Kurtuluş Savaşı sırasındaki kutsal ittifak, yeni bir Haçlı seferi mi düzenliyor? Tabloya baktığımızda: emperyalistler, işbirlikçi liberaller, siyasal İslamcılar ve bölücüler Cumhuriyet’imizin başına çorap örmeye çalışıyorlar. Onlarca yıldır emperyalist vampirler kana doymadılar. Bu topraklarda hiçbir ananın gözyaşı dökmemesi için çözümü kendi içimizde aramalıyız. Şunu herkes bilmelidir ki, bizim yüreğimizdeki yangını ancak biz söndürebiliriz.

Adil Hacıömeroğlu
14 Ağustos 2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder