SAMAN ALEVİNİN DUMANI, İSİ
HAYDARPAŞA YANARKEN
FÜZE KALKANI
24 KASIM RUHU
PARTİ İÇİ DEMOKRASİ NASIL OLMALIDIR?
KPSS BİRİNCİLERİNE NE OLDU?
“BEYAZ TÜRK” SÖYLEMİ
Son günlerde “Beyaz Türk” kavramı,
topluma bilinçli bir biçimde enjekte ediliyor. Hem gazetelerde köşe
yazarlarının bazıları hem de televizyonlardaki kimi tartışmacılar, bu kavrama
sosyolojik ve siyasal bir dayanak bulmaya çalışıyorlar. Halkımızı, “beyazlar”
ve “siyahlar” olarak bölmenin, ayrıştırmanın zemini böylece oluşturuluyor.
Büyük bir gazetemizin (Hürriyet’in) eski yayın müdürü Ertuğrul Özkök, son bir buçuk ayda “Beyaz Türk” söylemiyle ilgili dört yazı yazdı. Bu yazılarının birinde Urla’yı “Beyaz Türkler”in yeni başkenti ilan ediyor yazar. Bu yazılarda Cumhuriyet düşüncesine sahip, Atatürk’e bağlı, okumuş yazmış, yüzünü çağdaşlaşan geleceğe dönmüş kişileri “beyaz” yapmış. Sanki bu zümre diğer kişilerden farklıymış gibi bir algı. Zaten öteden beri televizyonlarda kimi konuşmacılar, Kürtlerin ve yobazların Türkiye’nin zencileri olduklarını söyleyip duruyorlar. Bunu da Cumhuriyet’in yarattığını vurguluyorlar. Böylece de Türkiye’nin kuruluş ilkeleri tartışmaya açılıyor. Yine mağdur ve masum yaratma çabası…
Türkiye bir etnik kökenin, inancın devleti olarak kurulmadı. Farklı etnik unsurların ortaklıkları üzerinde kurulup yükseldi.
“Beyaz” olarak nitelenen kişilerin ezici çoğunluğu bu ülkenin köylerinden, kırlarından, bayırlarından kopup gelmiş dar gelirli ailelerin çocukları. Kısıtlı olanaklarla okullarda okumuş, öğrenim görmüş kişiler. Eğitimleri sonunda da meslek edinip geçimlerini sağlamaktalar. Hemen hemen hepsi işçi, memur, çiftçi çocukları. Cumhuriyet olanaklarıyla bugünlere gelmişler. Bu kişilerin kendilerine bu olanağı, nimeti sağlamış olan Atatürk’e, Cumhuriyet’e bağlılık göstermesi kadar doğal bir şey olamaz. Tam bağımsızlığı, devletçiliği, halkçılığı, laikliği savunanları seçkinler olarak nitelemek de son derece yanlış ve yapay. RTE, halkoylaması boyunca bunu özellikle vurguladı. “Üstünlerin hukuku mu, hukukun üstünlüğü mü?” söylemi, anayasa değişikliğiyle ilgili yürütülen kampanyanın şiarı oldu. “Üstünler” dediğiniz kişiler; devlet burslarıyla, ailelerinin kıt olanaklarıyla okumuş insanlar. Bugünkü yaşamlarına da bakıldığında “bir elleri yağda, diğer elleri de balda” değil. Cumhuriyet ahlakıyla yetişmiş bu kişiler; rüşvetin, suiistimalin, takiyenin, adam kayırmanın ne demek olduğunu bilmediklerinden “ek gelirler(!)” de edinemezler. Bu kişileri seçkin bir sınıfmış gibi göstermek çok yanlış. “Beyazın olduğu yerde, siyah da vardır.” düşüncesi belleklere yerleştiriliyor.
Peki, son yılların bu modasının nedeni ne?
“Cumhuriyet'in
kuruluşundan beri, şehirli seçkinler zümresi ülkeye öncülük etti. Güç
merkezleri bürokrasi, ordu, yargı ve bazı aydınlar oldu; siyasi kanadı ise CHP.
Sosyolog Nilüfer Göle bu zümreyi "Beyaz Türkler" olarak
isimlendiriyor. Beyaz Türkler, toplumu aydınlanmış bir despotizmle dönüştürmek
istedi. 'Altı Ok’ denen Kemalist ilkeler oyunun kurallarım belirledi.
Cumhuriyet'in tarihiyse bu ilkelere karşı itirazların bir tarihi. Köyden kente
göç 70'li yıllarda zirveye ulaştı. Taşralı Müslümanlardan kurulu yeni bir orta
sınıf ortaya çıktı. Göle bu grubu "Siyah Türkler" olarak
adlandırıyor. Siyah Türklerin bazıları siyasette değişim arayışında; partileri
Recep Tayyip Erdoğan'ın AK Partisi. Siyah Türkler grubunun diğer üyeleriyse
siyaset dışında, toplumsal içerikli bir eylem arayışına girdi. İşte Gülen bu
ikinci grubun vaizi.” Bu değerlendirme Newsweek yazarı Dr. Rainer Hermann'ın. Ne kadar ilginç değil mi? Siyah,
beyaz Türkler ayrımcılığını nasıl da kafamıza çivi gibi çakıyor. Etnik
ayrımcılıktan sonra şimdi de siyah, beyaz Türk ayrımı.
Dr. Hermann’ın yazısından başka bir bölüm de ilgi çekici. “Yönetici Kemalist seçkinlerse ilke olarak, kişisel alan dışına çıkan her dinin siyasileştiğine ve devletle toplumu dinsel bir düzene doğru sürüklediğine inandılar. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti'nin başlıca prensibi olan lâiklik, tıpkı Fransız geleneğindeki gibi, toplumsal alanda dini yasaklıyor. Bu sekülerleşme değil. Gülen ise dini toplumsal bir güç olarak kamusal alana yeniden taşıdı. Ayrıca, demokrasi ve çoğulculukla uyumlu bir Müslüman kimliği yaratmayı başardı.” Kemalistler seçkinmiş öyle mi? Toplumda önce bir yara aç, sonra da kaşı kaşıyabildiğin kadar.
Okyanus ötesinden bize bir toplumsal, siyasal düzen biçiliyor. Ilımlı İslam önümüze konuyor. Kemalizm, okyanus ötesinden seçkinci bulunuyor. Dinsel bir toplumun oluşturulması için uzaklarda bizim yol haritamız çizilmekte.
İşin doğrusu, ABD’nin Türkiye sevgisine(?) hayranlık duymamak elde değil. Hele Amerika’yı tanımasak, İslam’a duydukları sevgi karşısında gözlerimiz yaşaracak. Yeni Dünya’nın da Müslüman olduğuna neredeyse inanacağız.
Kimsenin aklına şu soru gelmiyor: “ABD, bizi dinsel bir siyasete neden teşvik ediyor?” Birinci Dünya Savaşı öncesi Alman İmparatoru’nun Müslüman olduğu yalanı ortaya atılmadı mı? Bu ve benzeri yalanlarla on binlerce vatan evladının kanları değişik coğrafyaların topraklarını sulamadı mı? Sonunda da altı yüz yıllık koca bir imparatorluk ortadan silinmedi mi?
Ülkemiz insanları siyah, beyaz kamplara ayrılıp Cumhuriyet’imiz hedef alınırken böylesi bir ortamda Kemalistlerin sorumlulukları daha da çoğalıyor. Biz bu Cumhuriyeti dişimizle tırnağımızla kurduk. Hem de emperyalist ve feodal seçkinleri alaşağı ederek.
Türkiye Cumhuriyeti, ABD işbirlikçisi liberallerin ayrımcı söylemlerine feda edilemez.
Adil Hacıömeroğlu
15 Ekim 2010
Not: 15 Kasım 2010
tarihli Ulus gazetesinde yayımlanmıştır.
CHP’DE NELER OLUYOR?
ATATÜRK GERÇEKTEN ÖLDÜ MÜ?
CHP’NİN TARİHSEL SORUMLULUKLARI
REFAH OLMADAN DEMOKRASİ OLUR MU?
Devlet kurumlarında güvende elli birinci sıradayız. AKP hükümetinin yerden yere vurduğu devlet kurumlarından yargıya güvende yirmi üçüncü, orduya güvende ise yirmi dokuzuncu sıradayız. İktidar partisinin tüm eleştiri ve karalama kampanyalarına karşın yine de bu iki kuruma güven çok fazla sarsılmamış.
Fırsat eşitliği ve girişimcilikte elli üçüncü sıradayız. Bu ülkemizde fırsat eşitliğinin olmadığının bir kanıtı. Zenginleşmenin, iş kurmanın iktidar yanlısı olmakla eşdeğer olduğu bir ülkede bundan iyisi de beklenmez zaten. Çok partili yaşama geçtiğimizden bu yana yerden pıtrak gibi biten “yetenekli(!)” zenginlerimizin neredeyse tamamına yakını iktidar gücünü arkasına alanlardan çıkıyor. Son yıllarda ise bu durum daha da belirgin hale geldi. İşte, biz de demokrasinin(?) en çok bu yönünü seviyoruz. Nasıl olsa bir gün ben de iktidar yanlısı olurum, benim partim kazanır düşüncesiyle sıramızı bekleyip fırsat kollamaktayız.
Sağlıkta elli yedinciyiz. Bu hiç de şaşırtıcı değil. Gelir dağılımının son derece adaletsiz, sosyal güvencenin yetersiz olduğu ülkemizde sağlık alanındaki hızlı özelleşme dikkat çekici. Özel sektöre terk edilen sağlık sistemi, cebinde parası olanların hizmetine amade.