AKASYA VE YASEMİN



     Geçen hafta bir ilköğretim okulumuzun yılsonu veda yemeğindeydik. Okulun dördüncü sınıfları toplanmışlardı. Velileri de vardı. Açık havada çocuklar cıvıl cıvıldı. Betonlaşan kentin sıkıcılığı, tek düzeliği, taşın griliğine tutsaklaşmış yapısından özgürlüğe kanat çırpınışıydı bu açık alandaki yemek. Yemek ikincil kalmıştı. Çocuklar durmaksızın koşup bağrışıyorlardı. Yeşilin, sıcak bir günün ılık gecesinin tadını çıkarıyorlardı.

     Bulunduğumuz yerdeki ağaçlarda akasya, çiçeklerde ise yasemin çoğunluktaydı. Bir ara çocuklar yanımıza geldiler. Hemen yanı başımızda insanı sarhoş edecek kadar güzel kokan yasemini göstererek: "Bu çiçeğin adı ne?" diye sordum. "Çiçek..." yanıtını aldım. "Bilemediniz." deyince de hemen ailelerinden, öğretmenlerinden kopya alma yolun seçtiler. Sonunda ufak tefek bir kız öğrencinin "Yaseminnnn!" diye sevinçle, utku kazanmışçasına çınlayan sesi gecenin karanlığında yankılandı. 

     Çocuklarla "çiçek" yanıtının yanlışlığını uzun uzun konuştuk. Her hangi bir arkadaşlarının kendilerine adı sorulduğunda "Esra, Cansu, Anıl, Alper..." yerine "insan" demenin nasıl gülünç olacağını anlattık dilimiz döndüğünce. 

      Yaseminden hareketle çiçek konusundaki söyleşimizi bitirdikten sonra altında oturduğumuz hışırdayan yapraklarından dünyanın en güzel müziğini dinlediğimiz akasya ağacının adını sordum. "Ağaç..." yanıtını bekliyordum, yanılmışım. "Kiraz, şeftali, ceviz, kayısı, yenidünya, patlıcan..." gibi daha çok mevsim meyvelerinin adlarını saydılar bir çırpıda. Araya bazı sebzeleri de sıkıştırıverdiler. Nasıl olsa  biri olmazsa diğeri olur! Akasyayı tanımamalarına mı yanayım, yoksa her gün yedikleri mevsim meyvelerini bilmemelerine mi? En acısa da sebzelerin yetiştiği otsu bitkilerle ağaçları karıştırmaları. Yaşadıkları kentin neredeyse her sokağında bulunan bir ağacın tanınmaması çok ilginç. İnsanın yaşadığı kenti, doğup büyüdüğü sokağı, oynayıp soluklandığı yeşil alanları, yediği sebze ve meyveleri tanımaması şaşırtıcı, acı verici değil mi? 

    Baharın en güzel kokusunu yayan, bahar coşkumuzu sevince dönüştüren, ruhumuza aşk tohumları eken, ayaklarımızı yerden kesen, gözlerimizi ışıldatan, yüreğimizin ritmini artıran, bize yaşama sevinci veren bitkilerden birisi olan akasyayı tanımamak ne kadar büyük eksiklik. Çocuklar bilmiyor da anneler, babalar biliyorlar mı?Ne yazık ki hayır! Yetişkinlerin de çoğu birkaç ağaç türünün dışındakileri tanımıyor. 

     Televizyona tutsak olmuş, birbirinin benzeri dizilerle bilgilenen toplumumuz hızla bilgisizlik bozkırının çoraklığında sararıp solmakta. Doğanın sunduğu çeşitlilikten, uyumdan, güzelliklerden yoksun olan toplumlarda sevi, sanat, yaşam zevki, demokrasi, hoşgörü, yaratıcılık, çevre bilici nasıl gelişebilir ki? 

    Okullarda birinci sınıftan itibaren "ahlak" eğitiminin verileceği söylenmekte. Ahlak, soyut kavramlar, söylemlerle anlatılabilir mi? En büyük ahlak eğitimi doğadadır. İnsan, doğayı birlikte paylaştığı varlıkları tanırsa onları sever. Kişi, tanımadığı, önemini, değerini, gerekliliğini bilmediği varlıkları koruyabilir mi? Onlara saygı gösterebilir mi? Toplumu bilgisizlikten kurtarıp etik değerleri öğretmenin en iyi yolu doğayı tanımasıdır. Tek boyutlu toplum olmaktayız. Çocuklara doğa sevgisi aşılayalım ki yüreklerimizde de toplumuzda da bin bir çiçek açsın, yüreklerimizde kuşlar kanat çırpsın, ruhumuz enginlere yükselsin.

                                                                                                                      Adil Hacıömeroğlu
                                                                                                                        10  Haziran 2012

4 yorum:

  1. İzniniz olursa bu yazıyı kendi blog sayfamda da paylaşmak istiyorum.

    Günümüzün çok bilmiş çocuklarının ironisini çok güzel anlatmışsınız.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çocukluğumuz, istesekte istemezsekde köylerimizde büyüklerimizin yetiştirdiği yarayışlı bitki örtüsü ve ağaçlarına verdikleri değerlerin önemini canlı yayın videosu izler gibi seyrederek büyüdük. Tarım ve hayvancılığın okulu yoktu zamanımızda... Olsada uzaklarda vardı ki, büyüklerimizi izleyerek öğrenmişiz....
      Dolayısıyla bugün okulu olan tarım ve hayvancılık yüksek akademisyen okullarda eğitimini tamamlayan öğrenciler geçmişte büyüklerimizin yetiştirdiği yarayışlı bitki örtüsü ve hayvancılık sistemi günümüzün hastalıklarını tetikliyor. Yoktur sanırım eskisi gibi hayvancılığa ve tarımcıılığa yöneliş....

      Sil
  2. Hep öyle kategorik deyilmiyiz.İnsan,ahlak,sevgi,barış,dostluk,kardeşlik deyip dururken dilimize pelesenk ettiğimiz ama anlam yüklemediğimiz şeyler hep soyut şeylerde asılı kalıyor.Hani insan ama:Ahmet,Mehmet,AYŞE,Gül,Fidana indirgiyemeden,bilmeden ;sevgiyide,dostluğu da,kardeşliği de içini doldurmadan hep Eşitlik,Özgürlük ve Adaletle aldatmıyormuyuz.Elbet birşeyler bilmek gerek asıl erdem hiçbirşey bilmediğinin farkında olabilmek erdemidir.Bazı bilgi kırıntılarıyla hep SOFİSTİZE edilmiş çenebazlar oluyoruz!!!!!!!!!!!YÖRÜK MEMED

    YanıtlaSil
  3. Tabi ki çocuklarımıza ülkemizde yetişen ağaç ve bitkiler tanıtılmalı. Bazı bitki ve sebzelerin faydalarıda anlatılmalı. Yediği ekmeğin nerede yetiştiğini bilmeyen nesil var ne yazık ki?

    YanıtlaSil