Türkiye, AKP’nin uyguladığı yanlış, sorumsuz, bilinçsiz
politikalarla çıkmaza sürüklenmekte. Bir iktidar düşünün ki küresel
emperyalizmin istekleri doğrultusunda kendi ulusunun çıkarlarını hiçe saymakta…
Bir muhalefet düşünün ki iktidarın aymazlıklarını görmezden gelip çoğu zaman bu
aymazlıklara destek olmakta… Bir ülke düşünün ki devlet kurumları can
çekişmekte… Bu ülkede halkın mutlu olması olanaklı mıdır?
12 Haziran 2011 seçimlerinden bir gün sonra yazdığım
yazıda (bkz. 13 HAZİRAN, http://adiladalet.blogspot.com/2011/06/13-haziran.html …) bu günleri tahmin
etmiş, ülkemizin bir çıkmaza sürüklendiğini vurgulamıştım. Türkiye temel
sorunlarını iktidarıyla yönetip çözüm bulamamakta, muhalefetiyle de yeni ve
doğru seçenekleri sunamamaktadır. Bu da sorunların çığ gibi büyümesine neden
olmakta.
Ülkemizin çözümlenemeyen en temel sorunları nelerdir,
bunların ortadan kaldırılması nasıl olmalıdır?
Terör Sorunu
AKP, 2002’de hükümet olduğunda neredeyse terör sorunu
bitme noktasındaydı. Terör örgütünün hem silahlı eylem yapma alanı daraltılmış,
gücü azaltılmış hem de siyasal manevra alanları yok edilmişti.
Terör örgütünün propaganda ağı çökmüş, PKK’nın basın
organlarını kullanarak halkı etkileme olanağı bulunmuyordu on yıl önce. Bugün
neredeyse medyanın tamamı terör örgütünün propagandasını yapmakta. Örgüt
militanlarından sahte kahramanlar yaratılmak istenmekte. Devleti yönetenler
kendi ellerinde bulunan medyayı adeta PKK’nın propagandasının yapılacağı bir
alana dönüştürdü. Her gün yapılan bölücü
yayınlarla PKK, halk nezdinde legal bir konuma getirilmeye başlandı. Bu yolla
da hem sempatizanı hem de militanı arttı. Özellikle yandaş basının yazıcıları
ve ekranlardaki söz ebelerinin devleti zorba gösterme çabaları özel bir rol
oynadı.
Cumhuriyet
düşmanlığı paydasında AKP ve PKK doğal bir bağlaşmanın iki tarafıydı. Bu
nedenle de her ikisi de Cumhuriyet’e zarar verme, ondan intikam alma adına
devlet kurumlarını çökertme işine giriştiler. ABD ve AB’nin dışarıdan
desteğiyle kamuoyu yönlendirildi. Halkın adeta beyni yıkandı. Ne olduğu
belirsiz bir “demokrasi” söylemiyle yüzyıllık devlet kurumları, ülke
gelenekleri bir bir ortadan kaldırıldı. Nasıl bir “demokrasi” ki ülkemizin hem
iç hem de dış güvenliğini tehlikeye atmakta, devletin temelini oluşturan temel
direkler yerinden oynatılmakta. “Demokrasi!” diye diye ülkemiz, tek adam
diktatörlüğüne götürülürken muhalefetin de bu modaya uyması ilginçtir.
“Açılım”
politikalarının inisiyatifi terör örgütüne verdiği çok açık. Habur ve Oslo
rezaletleri devleti yönetenlerce ortaya konması ülkemizin düştüğü yönetim
zayıflığının çok açık örneğidir. Habur ve Oslo terör örgütünün eylemlerini
onaylama, teröristi şımartmadır. AKP’nin Oslo görüşmelerinde kararlaştırılan
konuları yeni anayasa adı altında yürürlüğe koymak istemesi ise bir başka
aymazlık. Muhalefet partilerinin anayasa değişikliği konusunda iktidarla yarışırcasına
masaya oturması çok da şaşırtıcı değil. Özellikle CHP’nin devleti kuran parti
kimliğiyle bölücü anayasalara karşı durması beklenmekteydi. Ancak parti
yönetimine CİA işbirlikçilerini, AKP sevdalılarını dolduran CHP, bölücü anayasa
konusunda çok istekli.
PKK
“demokratik talepler” adı altında ne dediyse hemen hepsi yasalaştı. Şimdi sıra
özerkliğe geldi. O da “AB’de var, bizde neden olmasın?” sloganıyla halkın
kafasına işlenmekte. Özerklik konusu, bölücü anayasanın da başköşesinde.
Her
söylediği gerçekleşen PKK, silahlı saldırılarını artırdı. Vur kaç taktiğinin
yerine “vur, kaçma, savun” yöntemi benimsenmekte son zamanlarda. Kurtarılmış
bölgeler oluşturma stratejisini gerçekleştirmek için bölücü örgüt birkaç
girişimde bulundu. Neredeyse her gün şehit cenazeleri gelmekte. Bu durum
terörün önlenmesi konusunda halka umutsuzluk aşılayıp “Bakın, askerle polisle
olmuyor?” diyerek bölücü anayasaya zorunlu kılmak ulusu.
AKP
iktidarı döneminde terörün zirve yapması, gittikçe azıtması hükümetin kamuoyunda
güvenilmezliğini artırmakta. Bu nenenle de AKP’nin yıkıma gitmesindeki birinci
nedendir bu. Hızla bölünmeye giden bir Türkiye AKP’nin eseridir.
Dış Politika
AKP
hükümetinin en çok zarar verdiği, çıkmaza soktuğu alan dış politikadır.
Komşularla “Sıfır Sorun” diyerek yola çıkıp bugün “Sıfır Komşu” durumuna getirdiler Türkiye’yi.
Kendi elleriyle ülkemizi bir dış kuşatmaya soktular. Hiç sorunumuz olmayan
ülkelerle düşmanlık tohumları ektiler komşuluk ilişkilerimize. Dış politikamızı
ulusal olmaktan çıkarıp tamamen ABD çıkarlarına teslim ettiler. Hatta son
zamanlarda “kraldan çok kralcı kesilerek” ABD’den bile ileri gittiler. Bazı
noktalarda ABD’liler bile şaşkınlıklarını gizleyemez oldu.
RTE,
Ortadoğu’da ABD’yle kol kola Arap halklarına karşı kılıç sallamakta. Bu durum
halkımızı rahatsız etmekte. Müslüman ülkelere karşı Haçlı zihniyetindeki ABD
ile aynı safta bulunmayı Türk halkının hoş karşılamayacağı açık. Özellikle
Suriye konusunda ortaya konan yanlışlar, bugün ülkemizi bir çıkmazın içine
sürüklemiştir. “Esat gidecek” diyen RTE, bu gidişle Esat’tan önce gidecek
sanırım.
Komşularla
hükümetin beceriksizliği yüzünden ortaya çıkan sorunlar, bir yandan
güvenliğimizi tehlikeye düşürüp teröre uygun ortam hazırlıyor; bir yandan da
ekonomik bunalımın derinleşmesine neden oluyor. Enerji gereksiniminin çoğunu
dışarıdan sağlayan Türkiye, anlamsız bir maceraya atılmakta. Doğalgazın
tamamına yakınını İran ve Rusya’dan karşılayan ülkemizin dış ilişkilerdeki
sorumsuzluğunu anlamak olanaklı değil. Elektrik enerjisinin neredeyse yarısının
doğalgazdan üretildiği düşünüldüğünde işin yaşamsallığı daha iyi anlaşılır.
Türkiye’nin enerji konusunda karşılaşacağı bir sorunun ekonomiye ve günlük
yaşama yansıması çok ağır olur. Bu nedenle Türkiye, Ortadoğu’da barışa en çok
gereksinim duyan ülkedir. Bunu öncelikle yöneticilerin kavrayıp dış politikayı
ülke çıkarlarını gözeterek oluşturmalılar.
Bölgesinde
yalnızlaşan bir Türkiye’nin, başta terör olmak üzere büyük sorunlarını
çözümlemesi olanaksızdır. Ülkemiz bölücü terörü; İran, Irak, Suriye ile
işbirliği yapmadan çözemez. Bu gerçeği görememek büyük bilgisizlik. Bölge
ülkelerinin barış içinde yaşaması en çok bizim çıkarımıza. Ortadoğu’da kalıcı
barışı sağlamak için bölgesel birlik oluşturulmalı. Bu konuda Sadabat Paktı
örnek alınmalı.
Ekonomik Sorunlar
Önümüzdeki
günlerde AKP hükümetini en çok zorlayacak sorunların başında ekonomik bunalım
olacak. On yıldır sıcak parayla sürdürülen sözde “ekonomik istikrar” duvara
toslamak üzere. Üretmeden çok fazla tüketen bir ülkede, ekonomik çarkların düzgün
işlemesi olanaksız. Uluslararası para babalarının para pompalamalarıyla sonsuza
dek ekonomik dinamikleri ayakta tutmak akıl dışı. Taşıma suyla değirmen
dönmeyeceğini halkımız iyi bilir.
Sanayisi
işlemeyen, tarımı çöken, hayvancılığı can çekişen, turizmi bir türlü kârlılığını
artıramayan, madenciliği peşkeş çekilen bir ülkenin ekonomik çarkı dönmez.
Birçok tarım ürününün yanı sıra bu yıl samanı da dışarıdan almaya başlayan
ülkemizde, ekonomik bunalımın ayak sesleri duyulmakta.
Son
on yılda en çok kazanan, büyüyen iki sektör var: bankacılık ve inşaat. Dünyanın
hiçbir gelişmiş ülkesine uymaz bu durum. Bankalar, müteahhitler ve yurttaş
arasında adeta bir “saadet zinciri” oluşturulmuş. Bu zincirin yurttaş halkası
kopmaya başladı. AKP’nin halk desteğinin önemli bir kısmı da buradan gelmekte.
Yıllardır konut edinme hayalleri kuran, bu konuda özlemle yanıp tutuşan dar
gelirli halk kitleleri, TOKİ öncülüğünde başlayan her keseye uygun konut
yapımından ev sahibi oldular. Yeterli birikimi olmadan bankalara borçlanarak
edinildi bu konutlar. Bu nedenle de iktidar değişiminin bankacılık sektöründe
bunalım yaratacağı algısı oluşturulan kitleler, AKP’ye var güçleriyle destek
verdiler. Halkın gelirinin azalması ya
da artmaması, tüketim mal ve hizmetlerinin sürekli zamlanması konut
taksitlerinin ödenmesini güçleştirdi. Konut edinen yurttaşların çoğu hem elinde
avucunda olan parayı kaptırırken hem de konutunu yitiriyor. İşte bu noktada
halk, AKP’ye verdiği desteği sorgulamaya başlamakta.
Türkiye
ile İspanya ekonomileri büyük benzerlikler göstermekte. İspanya, ülkemize göre
daha sanayileşmiş bir görünüme sahip. İspanya ekonomisinde inşaat ve bankacılık
sektörleri öne çıkmakta tıpkı ülkemiz gibi. Burada kurulan saadet zinciri koptu
ve ekonomik iflas kapıda. AB’nin kendilerini kurtarmasını beklemekteler, ama bu
olanaksız. İkinci bir Yunanistan AB’yi zorlamakta. Demek ki inşaat sektörünü
destekleyerek ekonomide görece bir ferahlık sağlansa da gelecekte sonu iflasla
biten bir macera bu.
Önümüzdeki
günlerde büyük inşaat firmalarında iflasları beklemek hayal değil. “Saadet
zinciri”nin halk ayağı kopunca ödemeler aksayacak. Dengesiz, kontrolsüz, hızlı
ve iktidar desteğiyle büyüyen; öz sermayeleri yetersiz firmaların ayakta
kalmaları olanaksız. Çünkü ekonomik çarkını halktan gelen ödemelerle döndüren
şirketler, parasal darboğaza girecekler. Ayrıca çok büyük projelere girişen
şirketler, eskisi gibi pazarlama, satış olanakları bulamamakta. Bu durum,
bankalara yarayacak. Bankalar, Türkiye’nin emlak kralları olacak.
Ekonomide
bunalımın işaretlerinden biri de bütçe açıklarının bu yıl hızla artması. Bütçe
açığı demek, yeni zamlar demek. Yeni zam demek, halkın cebinden para almak
demek. Zar zor geçinen halka yeni zamlarla kemer sıktırmak, onu iyice köşeye
sıkıştırmak demektir. Borçla yaşamını sürdürmeye çalışan yurttaşların,
önümüzdeki günlerde gelecek zam furyasına ses çıkarmaması olanaksız. Ekmeği
küçülen kişi, isyan eder. İnsan için en büyük korku, aç kalmaktır. Aç kalmak
demek yaşayamamak demek. Aç kalma korkusu, diğer sorunlarla da birleşerek halkı
sokağa dökebilir. İşte, AKP’nin yumuşak karnı burası.
Yolsuzluklar
AKP,
iktidara gelirken “yoksulluğu ve yolsuzluğu” bitireceğini vaat etti. Ne yazık
ki yoksulluk halkımızın yazgısı. AKP yolsuzluğu bitiremediği gibi hem yoksul
sayısını artırdı hem de yoksulları daha da yoksullaştırdı.
Yolsuzluk
ise sıradanlaştı ve toplumu hastalıklı bir ur gibi sardı. Özellikle iktidar
yanlısı kişilerin son yıllardaki servet artışları dikkat çekici boyutlarda.
Büyük kentlerin zengin mahallelerinde lüks arabalarla dolaşan badem bıyıklı,
türbanlı sayısı dikkat çekici boyutlarda. Bu durum, AKP’yi iktidara taşıyan
yoksul kesimin dikkatinden kaçmamakta. İçten içe homurtular yükselmekte.
“Cefayı biz çektik, sefayı onlar sürüyor.” sözleri yüksek sesle söylenmekte. AKP
yöneticileri “Biri yer, biri bakar; kıyamet ondan kopar.” sözünü unutmuş
görünüyor.
Yolsuzluğun
yaygınlaşması, yurttaşlar arasında “Haksızlığa uğradım, aldatıldım.” duygusunu
güçlendirmekte. Kendini aldatılmış olarak duyumsayan kişi, isyan duygusuyla
dolar. Yolsuzluğun varsıllaşmanın neredeyse biricik yolu olması, üreten
kişileri de üzmekte. Yaşamı boyunca alın teriyle geçinmekten başka bir yol
bilmeyen insanlar, yolsuzluk düzeninde enayi yerine konulmakta. Bu durum,
toplumun çalışma şevkini kırmakta.
Halk,
yolsuzluğun yoksulluğu derinleştirdiğinin farkında. Yolsuzluğu önleyeceğim
diyerek gelen AKP, yolsuzluğu daha da yaygınlaştırdığı için gidecek.
Hukuksuzluklar
Ergenekon,
Balyoz… gibi davalar, toplumda AKP hukuksuzluğu olarak algılanmakta.
“Darbecileri yargılıyoruz.” sloganıyla askerleri sindirme operasyonu, ilk başta
halkın desteğini kısmen alsa da bugün bu destek yok oldu.
Yapılan
tüm kamuoyu araştırmalarında en güvenilir kurum yine TSK çıkmakta. Halkın bu
kadar güvendiği bir kurumu dost ve düşmanın gözünde rencide etmek, halkın
kanına dokunuyor. Ordusu güçsüzleştirilen bir Türkiye’nin, bu coğrafyada yaşayamayacağının
farkında halkın çoğunluğu. PKK’lı teröristlere bile reva görülmeyen cezaların
askerlere verilmesi halkta rahatsızlık konusu. Bu konuda hükümetin yanlı davrandığı
düşünülmekte. Hukuksuzluk uzun süre sürdürülemez.
Halkın
büyük çoğunluğu, AKP’nin yerleşik hukuk kurallarını ortadan kaldırarak kendi
iktidarını kurmakta olduğunun farkında. Artık geldiğimiz aşamada demokrasi yutturmacasıyla
hukuksuzlukların üstünü örtmek olanaksız.
RTE’nin
önüne geleni azarlayıp fırçalaması hoş değil. “Dediğim dedik, çaldığım düdük”
tavrı halkta diktatör algısı oluşturmakta. En son Esat’a git demesi ve verdiği
sürede hiçbir şeyin olmaması onun kabadayı tavrının kof olduğu izlenimi yaratmakta.
AKP’nin yol açtığı hukuksuzluklar, ayağına dolanmak üzere.
Değerlere Saldırı:
Türkiye’yi
bir arada tutan vazgeçilmez değerlerimiz var: Atatürk, bayrak, İstiklal Marşı,
vatan, tarihsel kahramanlarımız, devlet…
AKP
sözcülerinin ve yandaş medyanın sürekli ulusal değerlerimizi sorgulamak adına,
onlara saldırmaları yurttaşlarımızı rahatsız etmekte. Cumhuriyet kurucularımıza
karşı sürdürülen sistemli karalama kampanyaları, insanların moralini bozmakta.
Muhalefet partilerinin bu konuda sessiz kalmaları, hatta zaman zaman bu
saldırılarda rol almaları umutsuzluk yaratmakta. Bu nedenle de mevcut partilere
güvensizlik hat safhada. Bu durum, siyasette yeni oluşumları gündeme
getirmekte.
Ulusal
duyarlılıkları aşındırma çabaları, halkta terör örgütüne karşı yenilgi algısı
oluşturmakta. Halk, ulus olarak geleceğini tehlikede görüyor. Bu nedenle de
içten içe kaynamakta sokaklar.
Değerlerin
aşındırılması toplumda çözülme yaratmayı amaçlasa da halkın sağduyusu buna
direnmekte. Bir kişinin, toplumun kimliksiz, kişiliksiz yaşayamayacağı
düşünüldüğünde ulusun böyle bir saldırıya sonsuza dek susması beklenemez. Değer
sistemine sürekli saldırılarak köşeye sıkıştırılan insanların öfkesi zamanı
geldiğinde dizginlenemez.
Din Sömürüsü
AKP,
iktidarını sürdürmek için sürekli olarak din sömürüsüne başvurmakta. Her vesile
ile kendilerini dindar göstermekteler. Bunu yaparken de Muhalifleri dinsizlikle
itham etmekteler. Ancak eskiye bakıldığında her şeyi din üzerinden açıklamak ve
yapmak halk tarafından hoş görülmemekte. Yapılan yolsuzluklara, aydınlara
yapılan baskılara, yurttaşlar arasındaki ayrımcılığa, sosyal hakların gasp
edilmesine, taşeron sisteminin sömürüsüne dinsel kılıflar uydurmak insanların
dikkatini çekmekte. Bu şark kurnazlığı yurttaşlar tarafından fark edilmekte.
AKP’nin
dinsel alanda yaptığı ikinci önemli yanlış da mezhep ayrımcılığıdır. İslamiyet
denince uslarına yalnızca Sünnilik gelmekte. Aleviliği, İslamiyet dışı bir
inançmış gibi gösterme gayretindeler. Bu da ulusal bütünlüğümüzü tehlikeye
atmakta. AKP’nin mezhep ayrımcılığı yalnızca ülkemiz sınırları içinde
yapılmıyor; İslam ülkeleriyle ilişkilerinde de mezhep bağlamında davranılmakta.
Koyu bir dinsel tutuculuğu her alanda uygulamaya çalışmak ulusun geleceğini
tehdit altına sokmakta.
“Hem
dindarım hem de rüşvet yerim.” anlayışını uzun sürdürmek olanaksızdır. İnsanların
yüreğinde tertemiz sakladığı dinsel duyguları ve yaşayışı siyasetçinin kötü
emellerine kalkan yapmak uzun süre sürdürülemez. Yurttaş, bunu fark ettiğinde
öfkesinin önünde durulamaz. Kandırılmış insanın gazabı fenadır.
Eğitim Sistemi
AKP’nin,
halk arasında içten içe en çok eleştirildiği nokta eğitim sisteminin altüst
edilişidir. Eğitimin geriye gidişi, 4+4+4’le doruğa ulaşmıştır. Eğitim sistemi
tamamen bir kargaşanın içine sokulmuştur. Hangi okulun, hangi alanda eğitim
vereceği bile okulların açıldığı güne kadar tam olarak belli olmadı. Veliler,
bu durum karşısında ne yapacaklarını, çocuklarını hangi okula götüreceklerini
şaşırdılar.
Altmış
altı aylık çocukların okula başlatılması ise kargaşanın daha da çoğalmasına
neden oldu. Yaşamlarına başarısızlıkla başlayacak bu çocukların özgüvenlerini
oluşturmak oldukça zor. Ezberlemenin en yüksek olduğu dokuzla on bir yaş arası
olduğundan öğrencileri birinci kademeden mezun edip hafızlığa yönlendirme amacı
taşıyan bir anlayışla eğitimi Arap saçına döndürmek toplumun geleceğini
tehlikeye düşürmekte. Eğitimi dinsel içerikle sürdürmek ve pozitif bilimleri
önemsememek halk tarafından onaylanmamakta.
İstanbul’da
açılan birçok imam hatip ortaokulunun kapatılacağı bizzat Milli Eğitim Bakanı
tarafından açıklandı. Demek ki halk; AKP’nin dinsel yönlendirmelerine, eğitimi
bilimden uzaklaştırmasına prim vermemiştir. Eğitimdeki din sömürüsü geri
tepmekte.
AKP
iktidarının el atmasından sonra neredeyse her sınavında şaibe olan ÖSYM’nin
uygulamaları dikkat çekicidir. Sınav yolsuzlukları halk tarafından kınanmakta.
En masum konuda bile yolsuzluğun olması, insanların vicdanını kanatmakta.
Adaletin olmadığı bir sınav sistemi özellikle yoksul kesimlerin hakkını gasp
etmekte. Yoksulların desteğiyle iktidar olan bir partinin yoksulların haklarını
hile ile ellerinden alması, uzun süre dayanılacak bir şey değil. İnsanların
sabrı bir noktadan sonra taşar, bu da yakındır.
Sağlık Sistemi
AKP’nin
kazandığı seçimlerde en çok kullandığı alan, sağlıktır. “Sağlık reformu”
diyerek göklere çıkarılmakta. Sağlık sistemindeki değişiklikler, ilk başta
popülist söylemler ve uygulamalarla halkın hoşuna gitse de bugün şikayetler
yükselmekte.
Sağlık
sistemi yavaş yavaş paralı olmaya başladı. Sosyal devlet terk edilip parayı
verenin düdüğü çaldığı bir sağlık anlayışı yerleştirilmekte. Devlet
hastanelerine yatırım ve yenileme yapmayan AKP, özel sağlık kuruluşlarını
teşvik etmekte. Başbakanın özel hastane açılışlarında boy göstermesi, hükümetin
sağlık anlayışını da ortaya koymakta.
Resmi
sağlık kuruluşlarının muayenelerde para alması, sosyal devletin ortadan
kaldırılmasıdır. Sosyal güvenlik kuruluşlarının ödeme yaptıkları ilaç türlerini
gittikçe azaltmaları ilgi çekicidir. Hastalar neredeyse ilaçların yarısını
kendi olanaklarıyla almaktalar. Bu da yoksul kesimlerin bütçesini zorlamakta.
Sağlık
reformu adı altında yapılanlar, en çok tıp fakültelerine zarar verdi. Uzun,
zorlu ve disiplinli bir eğitimden geçen tıp öğrencileri, deneyimli öğretim
üyelerinin üniversitelerden ayrılmasıyla zor durumda kaldılar. Bu gidişle tıp
fakültelerinde sağlıklı bir eğitim yapılamaz. İnsanların canlarını iyi
yetişmemiş hekimlere emanet etmesi büyük facialara neden olacak. Tıp eğitimi
ciddiye alınmalı, yerleşik sistemle fazla oynanmamalı.
Sonuç:
Her
alanda yapılan yolsuzluklar, haksızlıklar din perdesiyle örtülemez. Halkın
sofrasında küçülen ekmeği, gelecekle ilgili kaygılar lafazanlıkla örtbas
edilemez. Türkiye’nin bölünme tehlikesinin her geçen gün daha da arttığı bir
dönemde terörü okşayan bir iktidara halk desteğinin sonsuza kadar süreceğini
düşünmek yanlıştır.
Dünyanın
en çok Amerikan karşıtı olan halkının yaşadığı bir ülkeyi, ABD çıkarları uğruna
kardeş ülkeleri karıştırması uzun süre kabul göremez. Hem dindar olacaksın hem
de ABD ile kol kola yürüyeceksin, bu oyun uzun süre sahnelenemez. Sahnelense de
izleyici bulamaz.
Üstümüze
çöken karanlığın sonsuza kadar sürmesi olanaksız. Doğal gidişat buna izin
vermez. Her gecenin bir sabahı vardır demiş atalar. Ülkemizi ve Ortadoğu’yu
karanlığa, emperyalist boyunduruğa sokmakta olan bir iktidarın bu koşullarda
fazlaca ayakta durması olanaksız.
AKP’nin
bu kadar uzun süre iktidarda kalması, devlet kurumlarını ve toplumsal değerleri
tahrip etmesinin önemli bir nedeni de muhalefet partileridir. AKP’ye benzemeyi
marifet sayan muhalefet partileri AKP’ye güç katmakta, onun yaptığı yıkımları
cesaretlendirmektedir. AKP’nin yıkılması, ona benzemekte yarışan muhalefet
partilerinin yönetimlerini de yıkacaktır.
İktidarıyla
muhalefetiyle halkın güvenmediği siyasal bir ortamdayız. Ülkemizin derinleşen
yaşamsal sorunlarının çözümü için “milli merkez”e gereksinim vardır. AKP’den
kurtulmak vatan sorununudur. Vatanın tehlikeye girdiği anlarda tüm
yurtseverlerin ortak davranması gerekir. Bunu sağlayacak siyasal örgütlenmelere
gereksinim var. Halkımızın yüzde altmışının mevcut partilere güvenmediği
yapılan kamuoyu araştırmalarında ortaya çıkmakta. Ulusun geleceğini güvence
altına almak, yurdu esenliğe kavuşturmak, cumhuriyeti yeniden kurmak için
Atatürk’ün yolunu izlemek gerek.
AKP’nin
adım adım yıkıma gitmekte, Anadolu’nun devrimci ruhu canlanmakta. Doğudan doğan
güneş yurdumuzun üzerine çöken kör karanlığı aydınlatacak, ufukta şafak sökmek
üzere.
Adil
Hacıömeroğlu
7
Ekim 2012
Not:
15 Ekim 2012 tarihli Ulus Gazetesi’nde yayımlanmıştır.