OSMANLI DÖNEMİNDE İÇKİ İÇİLİR MİYDİ?


Gerek Tayyip Erdoğan gerekse AKP sözcüleri ikide bir Cumhuriyet kurucularını alkoliklikle suçlarlar. Cumhuriyet’i ahlaksal açıdan yererken Osmanlı’yı da yüceltmeye çalışırlar. Bu kervana son günlerde Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Hanım da katıldı. Emine Hanım, önce Cumhuriyet’i “enkaza” benzetti, ardından da “haremin bir okul olduğunu” söyleyiverdi.
RTE, Cumhuriyet kurucularına “ayyaş” demişti. Şimdilerde ise sanki Türkiye’de alkol tüketimi Cumhuriyet’le başlamış gibi bir algı oluşturmakta. Şunu peşinen söyleyelim ki Türkler, tarihleri boyunca alkollü içki içmeyi hep sevmişler. Böyle olmasaydı “milli içkileri” olur muydu? Türklerin ilk milli içkisi kımızdı. Sonraları şarap içimi yaygınlaştı. Osmanlı döneminde ise milli içki rakı oldu.
Alkollü içki içmek bir adap işidir. Herkes beceremez bunu. Her içkinin kendine göre içme yöntemi vardır. İçkiyi ağzıyla içenler vardır, bir de başka bir yeriyle içenler... Ağzıyla içki içenlere ayyaş denmez. Ayyaşlık, içki içmesini bilmeyenler için söz konusudur.
RTE başta olmak üzere, cümle AKP’lilerin överek göklere çıkardıkları ve ahlak açısından örnek gösterdikleri Osmanlı’da meyhaneler var mıydı? İçki nasıl içilirdi? O dönemin adabı nasıldı? Bu soruların yanıtını tarihçi, yazar Reşad Ekrem Koçu veriyor. Kitabın adı: Eski İstanbul’da Meyhaneler ve Köçekler... Bu kitabı, bana armağan ederek okumamı sağlayan arkadaşım Ahmet Yaşar Ünlü’ye teşekkür etmeliyim öncelikle...
Osmanlı döneminde İstanbul’da üç tür meyhane olduğunu öğreniyoruz R. Ekrem Koçu’dan. Birincisi, Gedikli meyhaneler... Bunlar, ruhsatlı yerler... İkincisi, ruhsatnamesi olmayan koltuklar... Üçüncüsü de ayaklı meyhaneler... Adından da anlaşılacağı üzere gezici meyhaneler. Bugünkü dille seyyar satıcılar...
“Çaylak” lakaplı Mehmet Tevfik Bey, 19. Yüzyılda yazdığı “Meyhane yahut İstanbul Akşamcıları” adlı risalesinde yalnız İstanbul sur içinde (tarihi yarımadada) seksene yakın gedikli meyhaneden söz etmekte. Bu sayıyı, Sayın Koçu eksik bulmakta. Tabi, koltuklar ve ayaklı meyhaneler bu sayının içinde yok! O zamanki İstanbul nüfusunu göz önüne alırsak durum daha iyi anlaşılır.
16.yüzyılın ünlü yazarı Kastamonulu Latif ise “Galata demek, meyhane demektir.” diye yazmakta. Galata bölgesinin meyhanelerle dolu olduğunu bu tümceden anlamaktayız.
Fatih Sultan Mehmet’in divan kâtiplerinden Tokatlı Melihi’nin “ayyaşların piri” olduğunu öğreniyoruz R.Ekrem Koçu’nun yazdıklarından.
Gedikli meyhanelere Sultan Abdülaziz döneminde “selâtin (sultanlar) meyhane” adı verilmiş. Bu arada Abdülaziz’in padişahlığın yanı sıra halifelik görevini de sürdürdüğünü söylemek gerek.
“Meyhanenin kapanma saati gelip de müşterilerin keyfi tamamlanmadığı zamanlar, kol geçerse meyhanenin örtülmüş kapısı dışında bekleyen çırak oğlan kolun başındaki çavuşa ‘görme bizi’ harcını verir, onlar da görmez geçerlerdi.(R.Ekrem Koçu, Eski İstanbul’da Meyhaneler ve Meyhane Köçekleri, Doğan Kitap, sf. 32)” Halifenin yönettiği bir ülkede rüşvetin nasıl da açıkça verilip alındığını anlatan güzel bir örnek bu. Şunu söyleyebiliriz ki Osmanlı’dan günümüze kalan ön önemli kalıtlardan biri rüşvet. Günümüzde kendini Osmanlı torunu sayanların rüşveti kutulama yoluyla istiflediğini anımsarsak bazı siyasilerdeki Osmanlı sevdasını da iyice anlamış oluruz.
“İstanbul’un eski meyhanelerinde, 1875-1880 arasına kadar masa yoktu. Masa ilk gazinolar, alafranga içkili yerler açıldıktan sonra meyhanelere, onları taklitle girmiştir. (Eski İstanbul’da Meyhaneler ve Meyhane Köçekleri, sf. 30-31)” Bu satırlardan da anlıyoruz ki masanın günlük yaşamımıza girmesinde meyhaneler öncülük etmiş. O zaman meyhane deyip de geçmemek gerek.
Meyhaneler, sofraların ve fıçıların üstüne konan şamdanlarla aydınlatılırdı. Masanın meyhaneye girmesiyle tavana asılan büyük gaz lambaları devreye girmiştir. Bu da yangın olasılığını azaltmıştır. Çünkü sofra ve fıçı üzerindeki şamdanlar kavga ya da itişme kakışma sırasında devrilip yangınlara neden olmaktaydı. Demek ki meyhaneler yeniliklerin toplum yaşamına girmesinde öncülük yapmıştır.
“Meyhaneye masa girdikten sonra da her masanın üstünde, müşterisiz boş da dursalar bir tuzluk mutlaka bulunurdu.(sf.32)” Tuzluk, sofralarımızda küçük görünen bir ayrıntı da olsa meyhanelerle giriyor yaşamımıza.
Ayıntaplı Ayni Efendi (Ölüm tarihi, 1838), yaşadığı dönemin ünlü şairlerindendir. Özellikle meyhaneler üzerine yazdığı şiirler ünlüdür. Bu arada Ayıntaplı Ayni Efendi’nin öldüğünde İstanbul’da Galata Mevlevihanesinin mezarlığına defnedildiğini de söyleyelim. Ayıntaplı, bir şiirinde Meyhanelerde nasıl davranılacağını, meyhane adabını anlatıyor, kısaca diyor ki: “Kimseye ısrarla içki içirmeyin, büyüklük taslamayın, kendinizi övmeyin. (sf. 39)” Bu sözler, başta RTE olmak üzere tüm AKP yöneticilerinin kulaklarına küpe olsun isterim.
Beyazıt’taki Karakulak Hanı Meyhanesine ayak takımı giremiyordu. Girseler dahi ya kovulurlardı ya da meyhanenin havasından sıkılıp dışarı çıkarlardı. Demek ki meyhaneye gitmek herkesin harcı değilmiş o zamanlar. Önce adap erkân bileceksin.
RTE ve AKP yöneticilerinin Osmanlı’yı öğrenmelerinde yarar var. Osmanlı yaşam tarzını hiç bilmediklerinden hayallerindeki bir dünyayı, Osmanlı diye anlatmaktalar. Osmanlı’yı bilmeyen bu zevat, Atatürk ve Cumhuriyet’i de hiç bilmemekte Bilgisizlik tohumlarını, Türkiye topraklarına zehirli yılanlar gibi saçmaktalar.
Unutmayın ki “Yarım hekim candan eder, yarım hoca dinden eder.” Yarım bile olmayan bilgiyle topluma verecek hiçbir şeyiniz yok sizin. Kendinize gelin, kendinize...
Not: Reşad Ekrem Koçu’nun kitabından anlatacaklarımız bitmedi. Önümüzdeki yazılarda konuyu sürdüreceğiz.
                                               Adil Hacıömeroğlu

                                               13 Mart 2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder