TÜRK MİLLETİ’Nİ YOK SAYMA!

                                   
Tek millet,
Tek bayrak,
Tek devlet,
Tek vatan,
Tek dile (Nedense RTE tek dili söylemiyor.) evet…
Ancak tek kişinin egemenliğine HAYIR!
Neden mi?
Türk Milleti’nin egemenliğini, Türk Bayrağını, devletin varlığını, vatanın bütünlüğünü, Türkçenin resmi dil olarak varlığını sürdürmesini ancak milletin tümünün söz sahibi olduğu parlamenter sistemle sürdürebiliriz.
Tek kişinin egemenliği, milletin egemenliğini yok eder. Başkanlık, eyalet sistemini zorunluğu kılacağından devletin, bayrağın, dilin tekliği yok olur; tek vatan bölünür; millet parçalanır.
O zaman vatanımızı bölecek, milletimizin, dilimizin, bayrağımızın, devletimizin tekliğini yok edecek başkanlığa neden “Evet!” diyelim?  Atalarımızın bin bir güçlükle savaşarak kurduğu devletimizi kendi elimizle niye bölelim.
Milletin ortak aklıyla yönetmekte olduğu ülkemizi, neden bir kişinin iradesine teslim edelim? Seksen milyonun ortak aklı mı büyük, yoksa bir kişinin aklı mı? Biz Türk Milleti, seksen milyonun ortak aklının kullanıldığı Cumhuriyet’ten yanayız. Bu nedenle de başkanlık rejimine karşıyız.
Hele ki başkanlık rejimini AB-ABD Türkiye’nin önüne koymuşsa ve FETÖ-PKK destekliyorsa bu işte bir hinlik yok mudur? Türkiye düşmanlarının Cumhuriyet’imizi yıkmak, devletimizi ortadan kaldırmak, Türk Milleti’ni tarihten silmek için bir tuzak bu. Türk Milleti’nin bir ferdi bile bu tuzağa düşmemeli. Bu nedenle AKP, CHP, MHP, Vatan Partisi’ne ve adlarını saymadığımız diğer partilere oy veren her yurttaşımızın bu oyunu bozarak tuzağa düşmemesi, emperyalist düşmanlara karşı Türk Milleti’nin varlığını savunması gerek. Bunun içindir ki Türk Milleti’nin egemenliğini yok edecek olan başkanlık rejimine milletçe, hep birlikte “HAYIR!” diyelim. Milletin ortak aklının emperyalistlerin ve bir kişinin aklından daha büyük olduğunu haykıralım tüm dünyaya…
                                                                       Adil Hacıömeroğlu
                                                                       24 Ocak 2017


AMAN DİKKAT!

                                               
Başkanlık anayasasının TBMM’den geçmesiyle halk oylamasının yolu açıldı. Halk oylamasının Türkiye için ne kadar yaşamsal olduğu çok açık. Bu nedenle yurtseverlerin kaygılarını anlıyorum. Ne yazık ki birçok yurtsever çaresizlik içinde. Kendince çözümler bulmaya, mücadele yöntemleri geliştirmeye çalışmakta. Bu kendince yöntemler birçok kişiyi sağa sola savurmakta. Kaş yapayım derken göz çıkarmaktalar.
Kendince mücadele yöntemleri bulmaya çalışan yurtseverlerin birçoğu örgütsüz. Bu kişiler, bireysel savaşım peşinde. Örgütsüz olunca da sonbahar yaprağı gibi savrulmaktalar rüzgârın önünde. Bu nedenle bu yurttaşlarımıza örgütlü savaşımın içinde olmasını öneririm.
Halk oylamasına gidilirken sosyal medyada büyük bir devinim yaşanmakta. Sosyal medyada “Evet”çilerle “Hayır”cılar arasında klavye savaşları yaşanmakta. Suçlamalar, karşılıklı düzeysiz atışmalar, aşağılamalar tüm hızıyla sürmekte. Defalarca söyledik, yine söylüyoruz. İnsanlara hakaret ederek, onları kazanamazsınız. Tersine onların bulundukları yerde daha çok kemikleşmesine neden olursunuz. Unutulmasın ki “Tatlı dil, yılanı deliğinden çıkarır.” Sabırla ikna etmeliyiz karşımızdakini. Bunu yaparken de o kişinin düşüncelerine, inançlarına, sevdiklerine, değerlerine saygı göstermek birincil koşul.
Sosyal medyada bizi şaşırtan paylaşımlar, etkinlikler var. SEÇSİS tartışmaya açıldı hızla. Sanki tartışırsak hemen değişecek gibi. Hatta sosyal medyada “SEÇSİS Sistemini Reddediyoruz, Geçersiz Oy Kullanıyoruz” adlı ve benzeri içerikte gruplar kurulmakta. Bu tür gruplar, ilk bakışta AKP karşıtı gibi görünmekte. Oysa seçimde geçersiz oy vermeyi savunduğu için “Evet” oylarının üstün gelmesine katkı yapmaktalar. Halk oylamasında geçersiz oy vermek ya da sandığa gitmemek başkanlık rejiminin kabul edilmesine yol açar. Bu tür tavırlar son derece yanlıştır. Bu tür tavırlar içinde olanların Cumhuriyet’e karşıt bir duruş gösterdiklerini belirtelim.
Yine sosyal medyada bazı yurttaşlarımız halk oylamasında kullanılan oyların rengini, mühürde neden “evet” yazdığını tartışmaya açmaktalar. Bu tür paylaşımların anadüşüncesi, bu durumda “Evet” oylarının kazanacağı saptamasıdır. Bu tür bir tartışma yersizdir ve ne oyların rengi ne de mühürler değişir. Bu tartışmalar, kamuoyunda kafa karışıklığına neden olmakta. Kitlelere “öğretilmiş çaresizlik” aşılar. “Ne yaparsan yap, AKP kazanır.” düşüncesini bilinçaltlarına yerleştirir.
Memlekette herkes, her konuda uzman(!). Seçim söz konusu olduğunda da seçim ve sandık uzmanları ortaya çıkmakta.  Bu kişiler, halkın kafasını karıştırmaktalar. Ne yazık ki bu tür uzmanlar(!), AKP karşıtı görünseler de AKP’ye en büyük hizmeti yapmaktalar. AKP’nin her türlü olanağa sahip olduğu ve her durumda kazanacağı algısını yaygınlaştırmaktalar. Halkta teslimiyet, yılgınlık, başarısızlık duygusunun yerleşmesine yol açmaktalar. Başkanlık rejimine karşı olan ve bu ABD dayatmasını tarihin çöplüğüne göndermek isteyen yurtseverlerin bu tür paylaşımlara, yönlendirmelere kanmamaları gerek. Uzman görünen kafa karıştırıcılara aman dikkat!
                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                       23 Ocak 2017

ÖFKEYLE DEĞİL, AKILLA DAVRANMA ZAMANI


Başkanlık rejimiyle ilgili anayasa değişikliğinin ilk turu tamamlandı. Hem de nasıl…
Yumruklaşmalar, bardak fırlatmalar, kafalara koltuk indirmeler, kürsü kırmalar, ağız burun dağıtmalar, tekme tokat girişmeler, laf sokmalar, küfürler, tehditler, diş gıcırdatmalar, boğaz sıkmalar, muhalefet kulisinde liderlerin sürpriz (!) çay içmeleri, sabahlara kadar süren oturumlarda masalar üzerinde uyumalar…
İlk tur görüşmeler gösterdi ki başkanlık rejimi Türkiye’yi bölüyor. Oysa cumhurbaşkanın Türk Ulusunun birliğini temsil etmesi gerek mevcut anayasamıza göre. Anayasa değişikliğiyle yalnızca bir partiyi temsil edecek cumhurbaşkanı. Yani ulus bir kenara itilmekte. Onun yerini, bir partiye oy verenler almakta.
CHP’liler, TBMM’deki görüşmeler sırasında ikna edici olmak yerine gerginlik yaratıcı bir yol izlediler. Oysa iş pamuk ipliğine bağlı. AKP ve MHP’den ikna edilecek on, on beş milletvekili anayasa macerasına son verebilecek durumda. Bu milletvekillerini ikna etmek yerine, onları AKP yönetimine daha çok yaklaştırmakta kavgalar ve genelleştirilen suçlamalar.
Deniz Baykal’ın bilgece, yurtsever bir sorumluluk içinde yaptığı konuşmalar güzeldi. Baykal, AKP ve MHP’li vekilleri ikna etmeyi amaçladı. Konuşması sırasında AKP ve MHP sıralarından kayda değer itirazlar gelmedi. Gürültü patırtı yoktu TBMM’de Deniz Bey’in konuşması sırasında. Bu durum, CHP sözcülerine örnek olabilirdi, olmadı. Tabi bilgelik, sorumluluk bilinç ve birikim işi.
Başkanlık rejiminin Türkiye’yi bölünmeye götürdüğü çok açık. Başkanlık, ülkemizi zayıflatacak. Bu da en çok Türkiye’yi çökertmek isteyen güçlerin işine gelecek. Bu nedenle de başta ABD olmak üzere İsrail, PKK, FETÖ… den oluşan şer cephesi başkanlık rejimini desteklemekte.
Anayasa değişikliğini ulusça nasıl önleriz? Öncelikle bu iş TBMM’de halledilmeli. Çünkü halkoylamasına giderse halk arasındaki bölünme daha da derinleşecek. Bu nedenle AKP ve MHP’li vekilleri ikna etmek birincil görev. Bu ikna süreci, bire bir ilişkilerle olabilir. Ama asıl ikna edici güç halk. Parti tabanlarında yapılan çalışmalar, milletvekilleri üzerinde baskı yaratmakta. Özellikle MHP tabanı ayakta başkanlığa karşı. AKP tabanında da kafası karışık olanlar çok. Bu nedenle ökeyle, kavgayla değil; akılcılıkla, sabırla ikna edici olmalı.
Özellikle sosyal medyadaki tartışmalara dikkat çekmek istiyorum. Ne yazık ki kendisini “Atatürkçü,  cumhuriyetçi” olarak niteleyen birçok yurttaşımız; AKP’yi destekleyenlere karşı saldırgan bir tutum göstermekteler. Onları, sürekli olarak “cahillik, aptallık, düşüncesizlik, IŞİD’cilik, koyun olmak, kömür ve makarna alarak karşılığında AKP’ye oy vermekle…” suçlamaktalar (Benzer suçlamalar, ne yazık ki son günlerde Bahçeli’yi savunanlara karşı da yapılmakta.). Bu suçlamalarla AKP’ye her hangi bir nedenle oy veren yurttaşı, daha çok AKP’ye yakınlaştırmaktalar. Böylece de açıkça AKP’ye hizmet etmekte bu sözde sorumsuz Cumhuriyet savunucuları.
Bir kişiyi, hakaret ederek kazanamayız. Bir kişiyi hatadan döndürmenin yolu, onu sabırla ikna etmektir. Sağa sola küfreden kişinin yanına kimse yaklaşmaz. Bu nedenle klavye kahramanı Cumhuriyet savunucuları, biraz olsun Atatürk’ü öğrensinler. Özellikle Birinci TBMM’de Atatürk’ün ikna gücünü görmek gerek.
Başkanlık rejimi, TBMM’den çıkıp halk oylamasına giderse yapılacak iş, yurttaşı yanlıştan döndürmek için onu sabırla iknadır. Bundan başka da çıkar yol yoktur. Emperyalizme karşı verdiğimiz savaşı, ancak ulusun birliğiyle kazanırız. O zaman hep birlikte konuşarak, gerçeğin ışığında aydınlanarak emperyalizmin bize dayattığı başkanlık rejimini çöpe atabiliriz.
Not: Bu yazıyı tamamlayıcı nitelikte olan aşağıdaki yazıları da okumakta yarar var.
Seçimler Rüşvetle mi Kazanılır? http://adiladalet.blogspot.com.tr/2010/10/secimler-rusvetle-mi-kazanilir.html
                                                                       Adil Hacıömeroğlu
                                                                       18 Ocak 2017


“SUÇ İŞLİYORUM, SANA MI SORACAM LAN?”

                        
Başlıktaki tümce bana değil, Sağlık Bakanı Recep Akdağ’a ait. 9 Ocak 2017 günü TBMM’de Anayasa değişikliği konusu görüşülmeye başlandı. Görüşmeler, gün boyu tartışmalı geçti. AKP’liler, başkanlık sisteminin geçmesi konusunda kararlı, MHP’liler mahcuptu.  CHP’liler, dirençli göründüler TBMM’yi etkisizleştirecek yasa teklifine muhalefet konusunda.
Anayasa teklifinin maddelerinin görüşülmesi konusunda oylama yapıldı gece yarısı. Çok demokratik(!) ve anayasaya uygun(!) bir biçimde yapılan oylamada 338 evet oyuyla teklifin maddelerinin görüşülmesine geçilmesi kabul edildi.
Anayasa değişiklikleriyle ilgili oylama TBMM’de anayasamıza göre gizli oylamayla yapılır. Bu, kesin hüküm… Her milletvekili bu kurala uymak zorunda.
Dün yapılan oylamada üç AKP milletvekili birlikte giriyorlar oy kabinine neden mi? AKP’de kimse kimseye güvenmiyor. Herkes, birbirini kontrol etmekte.
Erzurum Milletvekili Orhan Deligöz, oyunu açık kullanıyor ve meclisin tümüne poz veriyor. Neden mi? Bu vekilin kardeşi FETÖ üyesi olmaktan gözaltında. Sayın Vekil, Reis’e haykırıyor adeta: “Ben FETÖ’cü değilim.” diye. Allah kimseyi böyle zavallı durumlara düşürmesin!
Sağlık Bakanı Recep Akdağ oyunu kabin dışında göstererek kullanıyor. Ona “Suç işlediğini” söyleyen CHP’li milletvekillerine Akdağ. “Suç işliyorum, sana mı soracağım lan!” diye bağırıyor. Sağlık Bakanı, suç işlediğini itiraf etmekte. Koruması gereken Anayasayı hiçe saymakta. Yasalara uyması gereken bakan, yurttaşa yanlış örnek olmakta.
Şimdi Akdağ’ın mantığıyla düşünelim.
Rüşvet yiyen belediye başkanı ya da devlet görevlisi kendisinden hesap soranlara: “Sana mı soracam lan!” diyebilir.
Kundaktaki bebeğe, seksenlik nineye, damacanaya,  vakıf yurdundaki erkek çocuğa, keçiye, eşeğe tecavüz eden sapık da kendisini; “Suç işliyorum, sana mı soracam lan!”  tümcesiyle savunabilir.
Komşusunun ürününü talan eden zorbaya; “Bu yaptığınız TCK’ya göre suç!” diyene… Zorba: “TCK’da ne lan, sana ne?” diyerek yanıt verebilir.
Türkiye’nin çeşitli yerlerinde sabotaj, saldırı yapan FETÖ, PKK ve IŞİD’li katil sürüleri de Sayın Bakan’dan esinlenerek yasalara meydan okuyabilir. Zaten okuyorlar da…
 Trafik magandası da Akdağ’ın yolundan giderek kendisini uyaranlara ve kurallara uyması gerektiğini söyleyenlere; “Suç işliyorum, sana mı soracam lan!” diye hömkürebilir.
İşe gitmeyen, görevini yapmayan bir memur, ona sorumluluğunu anımsatana: “Sana ne lan!” diyerek rest çekebilir.
Örneklerimiz çoğaltılabilir.  Ne demiş atalarımız: Balık baştan kokar. Balık baştan öyle bir kokuyor ki, bu kokuya dayanmak olanaksız.
Türkiye’yi yönetenlerin ön tekerleği yasadışılığı marifet saymakta. Arka tekerlekte iz sürmekte.
Şimdi herkes sormakta şaşkınlık ve merakla: “On beş yıllık AKP iktidarı döneminde suç oranları neden olağanüstü düzeyde arttı.” diye. Şaşırmaya gerek var mı? Bütün sorun ön tekerlekte. Anayasaya, yasalara uymamayı görev edinmiş kişiler yönetmekte ülkemizi ne yazık ki…
                                                           Adil Hacıömeroğlu
                                                           10 Ocak 2017







ABD, YILBAŞIMIZA SALDIRDI


Haftalardır yobaz medya, yılbaşı kutlamalarına karşı bir kampanya başlattı. Yılbaşı kutlamasının İslam’a aykırı olduğu vurgulandı. Gazetelerin bu psikolojik savaşına sosyal medyadaki tetikçiler balıklama atladı. Böylece yabancı istihbarat örgütlerince planlandığı anlaşılan Ortaköy saldırısının kamuoyu desteği hazırlanmaya çalışıldı.
Yobaz medyanın yılbaşı aleyhine başlattığı psikolojik savaşın amacı, toplumu dindar ve laikler olarak ikiye ayırmak. Yani Türkiye’yi bölmek… Ne yazık ki Ortaköy saldırısının öncesi ve sonrasında bu psikolojik savaş kısmen amacına ulaştı. Her iki kesimin bilgisiz kesimi, sosyal medya üzerinden kavgaya tutuştular. Zaten terör eylemlerini yaptıran emperyalist güçlerin amacı bu değil miydi?
Ortaköy saldırısını IŞİD üslenmiş. Zaten saldırı öncesi yapılan yılbaşı karşıtı propaganda, IŞİD’e zemin hazırladı.
Saldırıyı hangi terör örgütünün yaptığı çok önemli değil. IŞİD, PKK ve FETÖ… Hepsi de emperyalizmin taşeronu… Önemli olan emri veren merkez... Böylesine büyük eylemler, bir terör grubunun tek başına yapacağı bir iş değil. Hele bir teröristin tek başına yapacağı bir iş hiç değil. Bu tür eylemlerin arkasında kesinlikle yabancı bir istihbarat örgütü bulunur. Eylemin baştan sona planlayıcısı bu örgüttür.
Şimdi gelelim Ortaköy saldırısına… Saldırganın daha önce gece kulübüne geldiği güçlü bir olasılık. Çünkü eylemi kısa sürede gerçekleştirmesi, mekândan giriş çıkışlardaki çabuk ve soğukkanlı tavırları bunu göstermekte. Ayrıca içeride ve dışarıda destekçilerinin olduğunu da söyleyebiliriz. Çünkü geliş ve gidişlerdeki çabukluk, yardımcıların varlığını göstermekte. Burada en önemli ilgi çekici nokta, teröristin eylemi yaptıktan sonra silahını bırakarak giysilerini değiştirmesidir. Elinde silah olmayan bir katliamcıya, orada bulunanlarca bir sandalye, bardak ya da başka bir cismin atılmaması şaşırtıcıdır. Az önce kapıdan ateş ederek giren saldırganın kısa bir süre sonra onca korumaya karşın elini kolunu sallayarak çıkması düşündürücüdür. Gece kulübünün kapısında bekleyen onca koruma silahsız mı orada beklemekteler? Bu durumdan da anlaşılacağı üzere yüzlerce kişinin eğlendiği bir yerde terör eylemlerine karşı herhangi bir önlem yok!
Ortaköy saldırısı, Türkiye’nin birliğinedir. Amaç, Türkiye’yi zayıf düşürmektir. Zayıf düşen Türkiye, Atlantik sisteminin isteklerine direnemez, diz çöker. Böylece de Türkiye, teslim alınır.
Ortaköy katliamının “laik yaşam tarzına” bir saldırı olduğunu söyleyen, yayan, savunan kişi ya da grupların emperyalizmin terörle Türkiye’yi bölme amacına hizmet ettiklerini söyleyebiliriz..
Ortaköy’de katledilen kişiler için sevinen sözde dindar, özde insanlık düşmanı sapık zihniyetin emperyalizme alet olduklarını belirtelim.
Türkiye, bizim ülkemiz. Görüşümüz, inancımız, etnik kökenimiz ne olursa olsun hep birlikte yurdumuzu savunmak zorundayız. Çünkü başka Türkiye yok!
                                                           Adil Hacıömeroğlu
                                                           3 Ocak 2017