İKİ ADAMDAN DERS


23 Şubat 2017 Perşembe… Lodosla ılımış akşam, geceye doğru akmakta… Bir yandan Türk kahvesi içerken bir yandan da Ulusal Kanal’da Aydınlık Gazetesi Yazarı Rafet Ballı’nın, Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’le söyleşisini izliyorum.

Eşim, balkon kapısına yakın koltukta internette bir şeyler araştırmakta. Kafası elindeki akıllı telefona gömülmüş durumda, gözleri ekranda, kahvesini bitirmiş. Hiç istifini bozmadan soruyor: “Doğu Bey, hangi kanalda?” Ben, “Ulusal Kanal’da…” diyorum. Şaşırıyor. “İnanmıyorum, Ulusal Kanal olamaz burası.” diye yanıtlıyor beni. Bana inanmadığından kafasını deve kuşu misali gömdüğü akıllı telefondan kaldırıp bakıyor. Gözlerine inanamıyor, yerinden kalkıp televizyonun önüne kadar geliyor. “Gerçekten Ulusal Kanal’mış!” diye mırıldanıyor şaşkınlıkla.

“Peki, soru soran gazeteci kim?” sorusunu yöneltiyor bana. “Rafet Ballı…” yanıtını veriyorum. Şaşkınlığı iyice artıyor. “Muhalif olsa böyle zor soruları sormaz. Helal olsun!”

Dün akşam, Doğu Perinçek-Rafet Ballı söyleşisini izleyen eşimin şaşkınlığını doğal karşılıyorum. Çünkü yıllardır böylesi bir söyleşi görmemiştik televizyonlarda. Siyasetçiler çıkar, karşısına bir iki yandaş gazeteci oturtulur ve çanak sorular sorularak izlence sürdürülür. Siyasetçi, ne söylemek istiyorsa onu söyler. Eleştirel soru sorulmaz. Bu arada bol bol da övgüler yapılır. Halkımız da bu tür gazetecilere “yağdanlık” adını verir.

Rafet Ballı, özgür bir gazeteci… Yazılarında büyük bir gözlem, düşünsel birikim ve emek var. Bu nedenle de köşesinde gerçekler yer alır. Donanımlı, birikimli olduğu için özgüveni tam... Sayın Perinçek’le yaptığı söyleşide arkadaşlık, yoldaşlık, içtenlik ve saygı var. “Dost acı söyler.” atasözüne uygun davranış söz konusu. Bu nedenle de soruların en zorlarını soruyor. Soruyor ki Doğu Bey, halkın beynini kemiren çelişkileri çözsün, kendisiyle ilgili yanlış anlamaları ortadan kaldırsın. Düşündüklerini en iyi biçimde anlatsın. Soruları sorarken karşısındakinin hoşuna gidip gitmeyeceğini düşünmüyor. Önemli olan konuları aydınlatmak. Söyleşide hatır gönül yok!

Doğu Bey’e gelince… Siyasal yaşamı boyunca en ağır eleştirilere uğrayan devrimci bir siyasetçi. Buna karşın hangi koşulda olursa olsun bir milim şaşmıyor düşüncelerinden ve inandığı doğruları anlatmaktan. Bu kararlığı, çoğu zaman hapisle cezalandırılıyor. Ballı’nın soruları karşısında, çoğu zaman mutlu oluyor. Ama kızdığı, soruya bozulduğu olmuyor. Özgüvenli ve halkına karşı sorumlu bir siyasetçi olarak her soruyu, açık yüreklilikle yanıtlıyor. Yüzünde hep mutluluk ifadesi var. Soruların altında kalmıyor; beyinsel ışığı, en karanlık soruları aydınlatıyor.

Keyifle başlayan söyleşi, keyifle bitiyor. Söyleşinin bitiminde Doğu Bey’i sürekli eleştiren birkaç arkadaşım arıyor. Ballı-Perinçek söyleşilerinin düzenli olarak sürdürülmesi dileklerini iletiyorlar. Böyle bir söyleşiye, Doğu Bey’in dışında hiçbir siyasetçinin cesaret edemeyeceğini söylüyorlar.

Dün akşamki söyleşide; Doğu Perinçek cesareti, kararlılığı, özgüveni, aydın kimliği, halkına karşı açık görüşlülüğü ile ders veriyor siyasetçilere.

Rafet Ballı ise “Gazeteci nasıl olmalı?” sorusunun yanıtını işliyor belleklere. Hem Ballı hem de Perinçek, adeta ders verdi beyazcamdan. İletişim fakülteleri alsınlar bu söyleşiyi, derslerde öğrencilerine döne döne izletsinler. İzletsinler ki adam gibi gazetecinin nasıl olacağını öğrensin gençler. İzletsinler ki adam gibi bir siyasetçinin hangi özelliklere sahip olması gerektiği herkesçe bilinsin.

Bütün mesele adam olmakta. Herkesin dilinden düşürmediği sözcükler “demokrasi ve özgürlük” … Beyinler özgürleşmeli öncelikle. Demokrasinin olması için de özgür beyinlere ivedilikle gereksinim var. Dün akşamki söyleşide “Demokrat lider nasıl olur?” sorusunun da yanıtı var. Dileyelim ki basınımızda Rafet Ballı’lar, siyasette Doğu Perinçek’ler çoğalsın. Çoğalsın ki memleketimiz sığ düşünceli düşünsel korkaklardan arınsın.

                                                              Adil Hacıömeroğlu

                                                              24 Şubat 2017

 

EVET Mİ, HAYIR MI 6?


22 Şubat 2017 Çarşamba günü… Bakırköy-Yenikapı-Bostancı seferini yapan deniz otobüsündeyiz. Bakırköy’de esnaflık yapan ve Anadolu yakasında oturan esnaflar. Haftanın yedi günü iki kıta arasında gidip geliyorlar bıkıp usanmadan.
Karşılaştığım esnafların hepsini tanıyorum. Kimini Bakırköy’den, kimini ise deniz otobüsü yolculuğundan. Yolcu bekleme salonuna erken gelince karşılaşıyoruz. Selamlaşma, hal hatır sormadan sonra içlerinden biri konuya giriyor. “Hocam, halkoylamasında ne olur?” diye soruyor.
Esnaf arkadaşın sorusuna yanıt vermek yerine soru soruyorum ona: “İşler nasıl?” “Sorma…” diye yanıtlıyor beni. Siftahsız günlerimiz oluyor. Birçok esnaf arkadaş kirayı bile çıkaramıyor.” diyor üzüntülü ve kaygılı bir sesle. “Neden?” diye ekliyorum. Hepsi birden: “Neden olacak… Ekonomik kriz çok büyük... Piyasa allak bullak…”
Ben, susarak meraklı gözlerle sırayla gözlerini tarıyorum. İçlerinden biri: “Yalnızca inşaatla olur mu? Ülke kalkınır mı böyle? Üretim olacak, üretim. İnşaat piyasası da şişti kaldı. Satan çok, alan yok!” diyerek durumu özetledi.
Yolculuk sırasında konuştuğum esnaf arkadaşların çoğunluğu muhafazakâr demokrat olarak nitelemekte kendilerini. Gündemi iyi izlemekteler. Yorumları gerçekçi…
Bana soru soran ilk kişiye dönüyorum: “Sizce halkoylamasında ne çıkar?” diye soruyorum. Onun bana sorduğu soruyu ona yöneltiyorum. O, gülerek “Hayır çıkar.” diyerek kestirip atıyor. Diğerleri de onu onaylıyorlar tereddüt etmeden. İçlerinden biri: “Bak Hoca’m, çarşılar yanarken kepenkler kapanırken, iflaslar artarken esnaf ‘evet’ oyu vermez.” diyerek ortaya atılıyor.
Söyleşimiz ekonomiden çıkıp başkanlığın siyasal boyutuna geliyor. Onlar konuşuyor, ben dinliyorum. Başkanlığın ABD dayatması olduğundan söz ediyor birisi. Diğeri, başkanlığın toplumu huzursuz edeceğini anlatıyor. Bir diğeri ise TBMM’nin denetim yetkisinin ortadan kalkmasına epey içerlemiş durumda
.Ben söze giriyorum. Erdoğan’ın 1993’te başkanlıkla ilgili söylediği sözü anımsatıyorum: “Başkanlık sisteminin ortaya çıkışı, bir özentinin ya da ABD emperyalizminin bize bir tavsiyesi. Bunun oluşması için siyasetle serbest piyasanın oluşması lazım.” Neredeyse hepsi birden: “Yapma be Hoca’m! Doğru mu bu?” diye sordular. “Evet, doğru…” karşılığını verdim.
            Tayyip Erdoğan’ın, 15 Temmuz darbesi gecesi cep telefonuyla bir özel televizyon kanalına bağlandığında yaptığı konuşmadan bir örnek veriyorum. “Bu ülke, demokratik parlamenter sisteme inanmış bir ülkedir.” sözünü söyleyip susuyorum.
            Esnaflardan en genç olanı: “Bu kadar da olmaz abi!” diyerek söyleniyor. Ardından: “Sıkıştığı zaman TBMM; paçayı kurtarınca da başkanlık diyor.” sözlerini söylüyor öfkeyle. Camdan denizi izleyen arkadaş, “Sen inanırsan, o her şeyi söyler.” diyerek susuyor.
            Başkanlık sistemi konusunda söylenecekler bitti. Konu, kentsel dönüşüme geldi. Bu konuda öfkeler kabardı. Hepimiz olanın “kentsel dönüşüm değil, rantsal dönüşüm olduğu” düşüncesinde birleştik.
            Güneş çoktan battı. Bakırköy’den ayrılalı elli dakika geçti ve Bostancı İskelesi’ndeyiz. Esnaflardan ikisi “İyi akşamlar!” dileyip ayrıldı. Üçüyle birlikte birazcık yürüyüp ayaküstü konuşmamızı sürdürdük. Bu arada telefonlar çalmaya başladı. Arayanlar eşlerimiz... Tabi, siparişler var. Marketler kapanmadan yetişmeliyiz. Vedalaşarak ayrıldık.
            Erdoğan’ın Bursa, Aydın, Balıkesir mitinglerini neden iptal ettiğini, bir akşamüstü yaptığımız deniz otobüsü yolculuğundan anlamış bulunuyoruz. Peki, siz anladınız mı mitinglerin neden iptal edildiğini?
                                                                                  Adil Hacıömeroğlu
                                                                                  23 Şubat 2017



EVET Mİ, HAYIR MI 5?


Gerek Erdoğan gerek Binali Yıldırım gerekse AKP’ye yandaş kimi devlet görevlileri ikide bir “hayırcıların teröristlerle işbirliği yaptığını” söylemekteler. PKK’nın da anayasa değişikliğine “hayır” dediğini özellikle öne çıkarmaktalar. Çünkü bugüne kadar iktidar partisi sözcüleri, anayasa değişikliğinin içeriğini halka anlatamıyorlar. Anlatamayınca da başkanlık rejimine “hayır” oyu verecekleri terör örgütleriyle yan yana gösterme gayreti içindeler. Oysa yıllardır teröre, darbeye karşı çıkanlar başkanlık rejimine “hayır” demekteler.
PKK ve terör örgütü demişken 2013 Haziran’ına gidelim. Haziran direnişi çığ gibi büyürken ve AKP köşeye sıkışmışken direnişi kıran PKK oldu. PKK, Haziran direnişini kim adına kırdı? AKP adına… Bunu nereden öğreniyoruz? İmralı tutanaklarından… Öcalan bu tutanaklarda belirtildiği üzere Tayyip Erdoğan’ı kendisinin kurtardığını söylemekte.
Nasıl mı?
Haziran direnişinden “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” sloganları yeri, göğü kaplarken ve Atatürk posterleriyle Tük bayrakları ellerde yükselirken PKK yandaşları Apo resimleri, bölücü örgüt paçavralarıyla Taksim’e geldiler. Bu durum açık bir kışkırtmaydı. Bu kışkırtmaya AKP hükümeti de göz yummuştu. Bu oyunu gören yurtseverler, bir çatışmaya meydan vermemek için yavaşça geri çekildiler. Böylece açılım nedeniyle kol kola olan AKP-PKK işbirliğiyle haziran direnişi kırıldı. Çünkü Apo posterinin yanında Türk bayrağının olmayacağını herkes bilir.
Bugün PKK’yı, anayasa oylamasında “hayır”cı gibi göstermekte Haziran Direnişi’nde uygulanan taktiğin aynısıdır. Hiçbir savunması olmayan AKP, kurtuluşunu PKK’ya bağlamakta. Terör örgütünün “hayır cephesini” bozmasından medet ummakta. Çünkü herkes şunu iyi bilemektedir ki PKK kimin yanında ise o kaybeder.
PKK’nın “hayır” demesi bile başkanlık rejiminin halkoyundan geçmesi için RTE’ye hizmettir, AKP ile işbirliğidir. PKK halkoylamasında ne derse desin… Artık Kürt kökenli yurttaşlarımızı etkileme gücünü yitirmiştir. Türkiye’nin birliğinden yana tavır koymuş, PKK’ya destek vermeyen Kürtlerin Başkanlık rejimine “hayır” diyeceğinden eminiz. Çünkü onların tek güvencesi Cumhuriyet’tir ve Cumhuriyet’i korumak için de ellerinden geleni yapacaklardır.
                                                           Adil Hacıömeroğlu
                                                           19 Şubat 2017


EVET Mİ, HAYIR MI 4?


12 Şubat 2017 Pazar günü Ümraniye’nin bir mahallesindeyim. Kahveye girip selam vererek bir masaya oturdum. Bir çay söyledim. Gazetemi çıkarıp okumaya başladım. Yan masada dört kişi sohbetteler. Masadakilerden biri, gazetemdeki başlığa cevaben “Biz evetçiyiz abi!” diyerek bana laf atıyor. Aslında bu laf atma değil, benimle söyleşmek istemenin içtenlikli bir iletisi.
Gazetemi yavaşça indiriyorum masaya doğru. Uzatılan ele sımsıkı sarılıyorum. “Neden evetçisin?” diye sordum. Sorumu sorarken ayağa kalkıp masalarına yanaştım. “Oturabilir miyim?” dedim. Dördü birden ayağa kalktı ve hep bir ağızdan “Buyur abi!” diyerek masada yer açtılar. Hepsiyle tokalaşıp adımı söyledim. Oturdum masaya. Dördü de çok mutlu… Nereli olduklarını sordum. Üçü Karslı, biri Erzincanlı. Dördü de asgari ücretle çalışıyor.
Hoşbeşten sonra ilk sorumu yineledim. “Evetçiyim,” diyerek bana laf atan otuz yaşlarındaki genç adam, “Ak Parti bizim partimiz.” dedi. “Neden?” diye sordum. Durdu, düşündü: “Bizimle konuşanlar, ayağımıza gelenler onlar.” dedi ve ekledi: “Diğer parti liderlerine güvenmiyoruz.”
Karşımdaki dört güzel insana: “AKP, on beş yıldır iktidarda, iktidarları döneminde bir tek fabrika açtı mı?” diye sordum. Kars-Sarıkamışlı olan hemen yanıtladı beni: “Ne fabrikası ağabey, olanları da kapattı. Memleketimizde et kombinası vardı, şimdi yok!” Erzincanlı olan şeker fabrikalarının Türkiye’de kapatılmasının zararlarına değindi. Baştan beri dinlemeyi yeğleyen Karslı genç: “Şeker fabrikası demek, küspe demek, küspe de hayvan…”
Karslı olan üçüncü genç adam: “Ama köprüler, yollar yapıldı.” diyerek AKP’yi savundu. Arkadaşları onu hep bir ağızdan yanıtladılar. “Yavuz Selim Köprüsünden geçiş altmış lira, bizim günlüğümüz elli lira nasıl geçelim oradan?” Bir diğeri, arkadaşına sordu: “Sen kaç yıldır memlekete gitmedin?” AKP’nin yollarını savunan: “On yıl var.” dedi ve gözleri buğulandı. Arkadaşı, ona: “Neden?” diye sordu. Masada sessizlik oldu. Sorunun yanıtını, soruyu soran verdi. “Parasızlıktan gidemiyoruz. Bende iki çocuk var, bir de hanım… Yol, dünyanın parası gidiş geliş… Bir de elin boş gidemezsin. Nasıl gidelim ağabey? Aldığımız asgari ücret…” dedi ve gözlerini uzaklara dikti. O sırada kahvede simitçinin sesi işitildi. Kalktım, beş simit aldım. Hemen ardından garson çayları yetiştirdi. Birazcık konu dağıldı, kısa bir mutluluk oldu.
Simit ve çaylar bitti. İçlerinden biri: “Bizim patron, maaşa yüz lira zam yapacak, bin dereden su getiriyor. Yılın iki ayı geçti. Patron ‘Dolar artarsa zam yapamam.’ diyor.” Sözleriyle durumu özetledi.
Bir diğeri, Tepeüstü’nde bir gecekondunun bodrumunda altı yüz lira kira ile oturduğunu ve ev rutubetli olduğundan iki çocuğunun sürekli hasta olduğunu, bu nedenle de güneş gören bir eve taşınmak istediğini; ama bu sefer kiranın bin liraya yükseldiğini anlattı uzun uzun. “Söyle ağabey, asgari ücretle bin lira kirayı nasıl vereyim?”
Uzun uzun ekonomiyi konuştular, ben de dinledim. Ara sıra kısa sorular sordum onlara. Derken, söz halkoylamasına geldi. Oylarının rengini sordum. “Evet!” dediler. Ben “Neden?” diye sordum. Onlar: “Hayır verirsek oyumuz Kılıçdaroğlu’na gider.” diye karşılık verdi. Ben: “Evet verirseniz oyunuz Erdoğan’a gitmeyeceği gibi, hayır verirseniz de oyunuz Kılıçdaroğlu’na gitmez. Siz, Türkiye’yi milletin yönetmesinden mi, yoksa bir kişinin yönetmesinden yana mısınız?” diye sordum. Hepsi “Milletin!” dedi bir ağızdan. “İşte, ‘Hayır’ oyu verirseniz oyunuz millete gider, Millet de hepimiziz.” diyerek konuyu aydınlattım. Sonra “Peki, sizin fabrikalarınızı kapatan bir iktidara destek vermeniz doğru mu?” sorusunu sorarak sözlerimi tamamladım.
Üçü “Hayır" oyu vereceğini söyledi. Hem de en sevdikleri üstüne yemin ederek. Karslı gençlerden biri, sessiz kaldı.
Garsonu çağırdım, onların itirazlarına karşın çay paralarını ödedim. Zaman çok hızlı geçmişti. Kendilerinden izin istedim. Kalktım masadan. İçtenlikle tokalaşıp vedalaştık. İçlerinden biri: “Hakkını helal et ağabey!” dedi. “Helal olsun! Siz de helal edin!” sözleri döküldü dudaklarımdan sevinçle. “Ağabey ne hakkımız olacak ki, varsa da helal olsun!” diyerek yanıtladılar beni.
Kahveden isteksiz adımlarla çıktım. Soğuğa karşın yürüdüm biraz. Ellerim cebimde, kafamda bin bir düşünce… Soğuk bıçak gibi kesmekte yüzümü. Olsun, kessin ne önemi var? Mutluyum ya…
                                                                       Adil Hacıömeroğlu
                                                                       15 Şubat 2017
                                                                                             







EVET Mİ, HAYIR MI 3?


Halkoylamasıyla ilgili izlenimlerimizin en önemli bölümünü MHP’lilerle konuşmalarımız kapsamakta. MHP tabanı, halkoylamasının anahtarı.
MHP, tarihinde ilk kez tavanla taban arsındaki kopmayla bir siyasal mücadelenin içinde. Tepedekiler farklı bir yöne, tabandakiler ise ters yönde bir halkoylaması kampanyasındalar. Şimdiye dek örgütsel disipliniyle dikkat çeken MHP’de, halkoylamasıyla baş ve gövde birbirinden hızla kopmakta. Başkanlık sistemiyle ilgili anayasa değişikliği, MHP yönetimine karşı tabanın isyanının fitilini ateşledi. Bu nedenle halkoylamasında MHP’li ezici çoğunluğun kararı büyük önem taşımakta.
Halkoylaması kararının verilmesinden sonra en çok konuştuğum siyasal parti tabanı, MHP’liler. Ülkücüler, milli reflekslerine uygun olarak liderlerinin AKP ile yan yana yürümesine karşın başkanlık rejimine “Hayır!” demekteler. Hem de ilk günden itibaren… Yine ülkücüler, ilk günden itibaren “Hayır” oylarının artması için halk içinde birebir çalışma yapmaktalar.
Ülkücü taban, başkanlık rejiminin ulusal bütünlüğümüze zarar vereceğinin farkında. TBMM’nin etkisizleştirilmesinin demokrasi oyununda halkı dışlayacağını görmekteler. Ayrıca Meclis’in yetkisiz duruma getirilmesinin Cumhuriyet’in kurucu değerlerden uzaklaşmak olduğunu çok iyi bilmekteler. Başkanlık rejiminin öteden beri bir ABD dayatması olduğunu da yüksek sesle söylemekteler.
Ülkücülere, “MHP tabanının yüzde kaçının halkoylamasında ‘Hayır’ oyu vereceğini sordum sıkça. Yanıtlar, hep aynı: Yüzde doksanı geçer. MHP’deki dört muhalif liderin araziye çıkması, ülkücü tabanın “Hayır” kararını vermesinden sonradır. Ülkücüler, Bahçeli ile köprüleri çoktan attılar. Bundan sonra Bahçeli’nin ülkücü tabana söz geçirmesi olanaksız. Zaten bu durumu Bahçeli de görmekte. Gördüğü için de AKP’nin ipine daha çok sarılmakta.
MHP yönetimi, “Hayır” oyu vereceğini söyleyen muhalif milletvekillerini kesin ihraç talebiyle disiplin kuruluna sevk etti. Bu durum muhaliflerin sesini kesmez. Tersine sesler daha yüksek perdeden bağrışmaya yol açar. Disipline sevk edilen milletvekilleri arasında Atilla Kaya’nın olmaması ilginç. Çünkü Sayın Kaya’nın ülkücüler üzerindeki etkisi çok büyük. Bahçeli bunun farkında. Bu nedenle halkoylaması öncesi parti içinde kopmakta olan büyük fırtınayı engellemeye çalışmaktalar.
MHP tabanının, halkoylamasında girdiği yoldan dönmesi olanaksız. Canhıraş çalışmaktalar “Hayır” oylarını artırmak için. Sosyal medyada çok etkililer. Televizyonlarda pek yoklar. Kahvelerde, hemşeri derneklerinde, işyerlerinde, sokaklarda, ev gezmelerinde etkinler. “Hayır” kampanyasını çoktan başlattılar.
Kararsız muhafazakâr seçmenler, halkoylamasının belirleyicisi olacak. Bu nedenle o mahallenin sakinleri olan ülkücülerin çalışmaları çok önemli. Kararsız muhafazakârların “Hayır” oyuna yöneltilmelerinin anahtarı, büyük bir oranda ülkücülerin elinde. Böylece de halkoylamasının belirleyicisi konumunda MHP tabanı. AKP yönetimine şu atasözünü anımsatmakta yarar var: El atına binen tez iner.
                                                           Adil Hacıömeroğlu

                                                           14 Şubat 2017

EVET Mİ, HAYIR MI 2?

                                               
Halkoylaması izlenimlerimizi anlatmayı sürdürelim.
CHP’li ilçe başkanları, bir belediye başkanı, eski milletvekilleri, il ve ilçe yöneticileri, belediye meclis üyeleri, kanaat önderi kabul edilen partililerle, çok sayıda üyeyle konuştum. Uzun zamandır CHP’lileri bu kadar inançlı ve kararlı görmedim, herkes kazanmaya odaklanmış. Önceki seçimlerde ikinciliği garanti etmenin rehaveti vardı büyük çoğunlukta. Halkoylamalarında ise yasak savma… Seçim çalışmaları öncesinde CHP yönetici ve üyelerini kazanmaya odaklanmış olarak görmek olanaksızdı. Şimdi ise kazanmaya koşullanmış yürekler var.
Kişi kazanmaya odaklanınca enerjisi artıyor, çevresine de moral aşılıyor. Genelde suçlayıcı dil kullanılmıyor gibi… Birleştirici davranışlar ön planda. Parti kimliği ikinci planda. Öne çıkan vurgu: Türkiye’nin birliği…
CHP, HDP ile yan yana görünmemek için özel çaba harcamakta. Epey deneyimden sonra HDP/PKK ile birlikte görüntü vermenin kaybettirdiğini anlamış durumdalar. Bu nedenle HDP ile örgütsel planda görünür ilişki yok halkoylaması sürecinde. Tabanda bazı istisnalar var. Ancak bu istisnalar, belirleyici değil.
CHP yöneticilerinde, başkanlık rejimine “Hayır” diyen herkesle dayanışma eğilimi güçlü. AKP ve MHP tabanını ikna etmeye yönelik çalışmalar var. Kavga ederek, karşısındakini kışkırtarak, küçümseyerek halkoylamasının kazanılmayacağının farkındalar. Sorumluluk duygusu egemen olmaya başlamış birçok yönetici ve üyeye. Hatta bazı üst yöneticilerin mümkünse daha az konuşması istenmekte, gaf yapmamaları açısından.
Henüz sahaya inilmedi. Propaganda çalışmaları, ısınma hareketleri düzeyinde. Özellikle iktidar partisinin sahaya inmesi, olumlu ya da olumsuz yönde birçok şeyi değiştirebilir. AKP sözcüleri, CHP’yi bugüne kadar olduğu gibi kışkırtma yolunu seçebilir. Bu kışkırtma oyununa kapılan CHP sözcüleri, AKP’lilerle söz atışması yoluna gidebilir. Bu da AKP’nin tabanındaki hayırcıların bir bölümünü caydırabilir. Böyle bir olumsuzluğun olma olasılığı az olsa dahi, bu durum CHP tabanında kaygı yaratmakta.
Binali Yıldırım’ın CHP’yi terör örgütleriyle ittifak halinde göstermek istemesi, AKP’nin halkoylaması propagandasının omurgasının oturacağı yer konusunda ipuçları vermekte. Ancak Yıldırım’ın bu açıklaması, ters tepti diyebiliriz. Özellikle AKP tabanındaki kararsızların az da olsa bir bölümünü “hayır” oyu vermeye yöneltti. CHP yöneticileri sağduyulu oldukça ve Türkiye’nin birleşmesi konusunda kararlılık gösterdikçe AKP propagandaları bir işe yaramayacaktır.
CHP’nin olumlu ya da olumsuz tavır, söylem ve taktikleri halkoylamasında belirleyici rol oynayacaktır. Bu nedenle duygusallığın değil, aklın egemen olduğu bir kampanya dönemi olmalı.
Anayasa değişikliği parti, kişi konusu değil; vatan konusudur. Vatan yoksa partiler de yok!
                                                                       Adil Hacıömeroğlu
                                                                       10 Şubat 2017


EVET Mİ, HAYIR MI 1?

                                               
Yazılarımı yazmadan önce halkın değişik kesimleriyle düşünce alışverişinde bulunurum. Onların olaylarla ilgili çarpıcı saptamaları, kestirme yoldan analizleri, sağduyuları, öngörüleri, düşünsel bakışları benim yazılarımın çerçevesini çizer.
Toplumsal sıkıntıları halk yaşar. Sıkıntının getirdiği sonuçlara halk katlanır. En zor koşullarda yaşama tutunan halktır. Bu nedenle halkın düşüncelerini önemseyip dikkate almak her aydının sorumluluğu olmalı.
On gündür toplumun değişik kesimleriyle konuştum. Türkiye’nin farklı illerinden, ilçelerinden, köylerinden kişilerle telefonla görüştüm. Öncelikle halk oylamasında eğilimi ve ülkemizin öncelikli sorunlarını belirlemeye çalıştım.
Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı Sayın Yaşar Okuyan’ı hastanedeki son gününde ziyarete giderken bir özel üniversitenin kız öğrencileriyle tanışıp konuştum. Benim siyasal eğilimimi bilmeyen bir grup. Kısa bir tanışmadan sonra sözü uzatmadan soruyorum: “Halkoylamasında ne yapacağız? diye… İçlerinden en konuşkan ve ufak tefek olan: “Hayır oyu kullanacağım.” diyerek yanıtlıyor beni. Ardından ekliyor: “Ben ve ailem Tayyipçiyiz.”  Diğer kızlar da onaylıyor arkadaşlarını. Tayyip Erdoğan’ı sevmelerine karşın neden hayır oyu vereceklerini sordum. “Erdoğan’ın bin yıl yaşayacak durumu yok ya… “dediler. “Ya ondan sonra yanlış biri seçilirse…” diyerek sürdürdüler konuşmayı.
Bir gün sonra genellikle taşeron işçilerin bulunduğu bir mahalle kahvesindeyiz. Bir masada hararetli bir tartışma var. Selam verip oturuyoruz masalarına. Tartışmanın konusu, halkoylaması. Ekonomi, tartışmaya yön vermekte. Asgari ücretle çalıştıklarından hepsi burunlarından solumakta. Masada sekiz kişi var. Biz gelince on kişi oluyoruz. Sekiz kişinin altısı başkanlık sistemine “Hayır!” diyeceklerini söylemekteler. İki kişi, evetçi. Sekiz kişinin altısı, 1 Kasım seçimlerinde AKP’ye oy vermişler. Çoğunluk “Bir kişinin tek başına yönetimi olmaz.” diyor. İçlerinden bazıları, RTE’den sonra evlatlarının başa geçeceğini savunmaktalar. Tartışmanın odağında Erdoğan var. Öfke de ona yöneliyor. Ben, uzun süre dinlemekle yetiniyorum. Tartışmanın sonuna doğru birkaç tümceyle katılıyorum onlara. Halkı dinlemekte yarar var bugünlerde…
İstanbul’un hem Anadolu hem de Avrupa yakalarında birçok ilçede, farklı meslek grupları, farklı sosyal katmanlardan kişilerle konuştuk halkoylamasını. Konuştuğum kişilerin çoğunluğu, anayasa değişikliğinin zamansızlığı konusunda hemfikir. Bu görüşü savunanlar arasında halkoylamasında “Evet!” diyeceğini söyleyenler de var az da olsa.
AKP’liler, “Evet”i biraz utangaç savunmaktalar. En büyük savunuları, Erdoğan sevgisi… İçtenlikle tartıştığınızda ekonomi, terör, dış politika, FETÖ konusunda RTE’nin hata yaptığını söylemekteler. AKP’li birçok kişinin söylediği şey: “Erdoğan olmasa kim olacak?” Kılıçdaroğlu ve Bahçeli iktidar seçeneği sayılmıyor seçmenlerin çoğunluğu tarafından.
1 Kasım 2015 genel seçimlerinde AKP’ye oy vermiş birçok kişi hayırcı. AKP tabanı ekonomik krizi duyumsuyor iliklerine dek. Hem AKP’yi hem de RTE’yi tartışıyorlar. RTE’nin seçmenle arasındaki büyü bozulmuş durumda. Ekonomi, terör, Suriye konularında Erdoğan’ı hatalı bulan AKP’liler azımsanmayacak sayıda. Daha önce RTE’ye toz kondurmayanlar, şimdi derin eleştirilerde bulunmaktalar. Özellikle eğitimli genç AKP’li seçmen sorguluyor birçok şeyi. Kitap ve gazete okuma alışkanlıkları çok olmasa da internetten izlemekteler gelişmeleri. Başkanlığı savunanların da savunmayanların da görüşlerini okumaktalar.
Hangi partiden olursa olsun konuştuğum yurttaşların neredeyse hepsi, halkoylamasının Türkiye açısından önemli bir dönüm noktası olacağının farkındalar. Bu nedenle kararsız seçmenlerin çoğunluğu, önceki seçimlerde AKP’ye oy verenler… Özellikle 2002 öncesinde CHP/SHP-DSP ve Merkez sağ partilere (ANAP, DYP) oy veren AKP seçmenleri, yavaş yavaş partilerinden uzaklaşmaktalar. Özellikle Karadeniz ve Orta Anadolu kökenli seçmende AKP’den kısmen de olsa kopmalar var. Nereye doğru mu? Adres, şu an için belli değil. Siyasetteki gergin, kutuplaştırıcı ortam, onları rahatsız etmekte. Herkes ülkemizin içinde bulunduğu zor koşulların farkında.
En dertli olan kesim, esnaf… “Siftah yapmadan kepenk kapattım.” diyenler çok. Bu nedenle “Hayırcıların” esnaf üzerinde yoğunlaşması gerek. AKP’yi iktidara taşıyan en önemli kesim esnaflar. Ayrıca çevrelerini etkilemede becerikliler.
On beşi aşkın ilde yaşayan arkadaşlarımla konuştum. Gözlemleri benimkilerle örtüşmekte. Ekonominin haneleri yaktığını çok açık. Terör konusu, halkın önemli gündemi. Türkiye’nin iç ve dış güvenlik sorunları yurttaşlarca tartışılmakta. AKP’nin dış politikada yaptığı hatalar konuşulmakta yüksek sesle. RTE’nin başta FETÖ konusunda olmak üzere “Kandırıldık!” demesi, anımsatılınca en ateşli AKP savunucuları bile susmakta.
AKP, on beş yıldır ilk kez tabanı tarafından yüksek sesle tartışılmakta. Dinsel hamasetle halkın gözünü boyama devrinin sonu geliyor galiba. Özellikle ekonomik krizi derinden duyumsayan kesimler çok öfkeli. 2001 ekonomik kriziyle iktidara gelen AKP, yeni bir ekonomik krizle kan kaybetmekte. Macun tüpten çıkmaya başladı. Geri dönüşü olanaksız. Süreci hızlandıracak yeni siyasal gelişmelere de gebe Türkiye…
                                                           Adil Hacıömeroğlu
                                                           8 Şubat 2017