DEVRİMCİ BİR ÖNCÜ, YAŞAR NURİ ÖZTÜRK


Rahmetli Yaşar Nuri Öztürk Hoca’mızı, birçok kişi gibi basın yayın organlarından tanıdım. Önce yazılarımızla dostluk oluşturduk. Sonrasında, geç de olsa, kişisel dostluğumuz oluşup gelişti.

Türk halkının çoğu, Yaşar uri Hoca’yı medyadan tanıdı. Siyasal yelpazenin her kesimi, ilk başta temkinle yaklaştı Hoca’nın görüşlerine.

Muhafazakâr kesim, alışmadığı bir söylem, bakış açısı ve yorumla karşılaşınca biraz afalladı. Çünkü alışılagelen İslami bakış açısından farklı bir söylemle karşılaştılar. Geleneksel dinsel anlayışa karşı çıkıyordu Sayın Öztürk. Bu durum, muhafazakâr beyinlerde gerçek bir deprem etkisi yaratmaktaydı. Yaşar Hoca’nın halk üzerindeki etkisini kırmak için Emevi dincileri, önce Hoca’yı görmezden gelme, sonrasında ise suçlayıp karalama yolunu seçtiler.

Allah’la aldatanların, “Kur’an İslam’ı” diyen bir devrimci bilgini susturmaları olanaklı olmadı. Gerçeği savunmanın verdiği özgüvenle ve cesaretle Allah’la aldatanların ipliğini pazara çıkardı bıkıp yorulmadan. Önceleri Yaşar Nuri Hoca’nın karşısına çıkma cesareti gösteren bazı Emevi dincileri, giderek televizyonlarda bu tartışmalarda görünmez oldular. Özellikle Kur’an ile ilgili tartışmalarda bocaladılar. Bu tartışmalar, Emevi dincilerinin Kur’an’dan haberdar olmadıklarını ortaya çıkardı. Bu nedenle de her korkağın, her yalancının, her aldatıcının yaptığı gibi sahayı terk etmekte buldular işin kolayını. Tartışma alanında söyleyecek sözü, ortaya konacak bilgisi olmayanlar dedikodu silahına sarıldılar.

Laik kesim de tıpkı muhafazakâr kesim gibi ilk başta temkinli yaklaştı Hoca’ya. Din hakkında konuşanlara karşı dudak kıvırmak, küçümsemek alışkanlığı vardı laik kesimin önemli bir bölümünde ne yazık ki. Bu nedenle önce dikkate almadılar Hoca’yı. Sonraları onların kafalarında devrimci rüzgârlar estirdi Hoca. Kur’an’ı saptıran gericiliğe, yoksul halkın kanını emen Allah’la aldatanlara, gücünü sahte bir din anlayışından alan yobazlığa karşı savaşım için Merhum Öztürk’ün düşüncelerine gereksinimleri olduğunu geç de olsa anladı bu kesim. Böylece “Kur’an İslam’ı” ile Müslümanları köleleştiren Emevi dinciliği arasındaki fark kavrandı. Bu durum, laik kesimle muhafazakâr kitleler arasında sağlıklı bir tartışma zemini yarattı. Sağlıklı bir tartışma zemininin gerçeği anlamada önemli bir olanak yarattığı da kesindir.

 Yaşar Nuri Hoca, bir devrimcinin, öncünün davasına inanmışlığı içinde tüm olumsuzluklara karşın gerçeğin aydınlattığı sarp yolda kararlılıkla yürüdü. Haklı olmanın verdiği güvenle düşüncelerini kararlılıkla savundu. Ne sağ ne de sol kesimin önyargıları onu etkilemedi. O, “Hak bellediği yolda tek başına yürüdü.” duraksamadan, kararsızlık göstermeden. Allah’ın kelamını, insanlara anlatmak için çırpınıp durdu. Başarılı oldu mu? Evet, oldu. Büyük bir ateş yaktı. Bu ateşin alevleri her geçen gün büyümekte, ışığı dünyanın dört bir yanını aydınlatmakta.

Hoca’mızın gazetelerde yazdığı yazıları alışkanlık yapmaktaydı.  “Bugün ne yazacak, yine ne öğreneceğiz ondan?” diyerek büyük bir merakla gazeteyi elimize alırdık. Halkın büyük bir çoğunluğu televizyon programlarının bağımlısı olmuştu. Kitapları elden ele dolaşmaktaydı. Okuyanlar, okumayanlara salık vermekteydi kitaplarını. Bu nedenledir ki, kitaplarının her biri onlarca baskı yaptı. Kitaplarında anlattıkları; yürekleri ısıttı, beyinlere esin kaynağı oldu.

Çocukluğumdan beri kitap okurum. Üç kitabın farklı zamanlarda, farklı yayınevlerince yayımlanmış baskılarını almaya çalışırım. Bu baskılarda değişikliklerin olup olmadığına bakarım. Bu üç kitap: Atatürk’ün Söylev’i, Türkçe Sözlük ve Türkçe Kur’an’dır. Yaşar Nuri Hoca’nın kitaplığıma giren ilk kitabı, Kur’an-ı Kerim Meali’dir. İlk kez bir Kur’an çevirisinde ayraç görmedim. Bu önce şaşırttı, sonra gurur verdi bana. İlk kez bir Kur’an çevirisi yorumsuzdu. Bu durum, Kur’an’ı doğru anlamak isteyenler için bulunmaz bir fırsattı. Bu değerlendirilmeliydi. Öyle de oldu. Tüm zamanların en çok baskı yapan kitabı oldu. Halk, doğrunun yanında yer aldı ve Kur’an’ına sahip çıktı.

“Kur’an okunacak şeyleri toplayan kitap anlamındadır. Adı bu anlamda olduğu içindir ki ilk emri de ‘Oku!’ olmuştur. Ne yazık ki, geleneksel müdahaleler bu ‘okunacak kitap’ı sarılıp sarmalanarak duvara asılacak ve bazen de ‘üfürülecek kitap’ haline getirdi. (Yaşar Nuri Öztürk, Allah İle Aldatmak, 167)” Bu tespit Sayın Öztürk’ün Kur’an’a bakışını saptamak açısından çok önemlidir.

Kur’an, neredeyse bütün Müslüman evlerinde “sarılıp sarmalanarak” duvarın en yüksek noktasında başköşeye asılır. Okuyan da anlamaz, okumayan da... Çünkü Kur’an, Türkçe değildir; okuyanlar ezbere okur, okuduğunun anlamını bilmez. Bu nedenle Kur’an’ın anlamı bilinmediğinden Kutsal Kitap’a uygun bir yaşam tarzı oluşturmak olanaksız duruma gelir. Burada geleneksel anlayışın tersine, Kur’an’ın ilk buyruğu olan “Oku!” öne çıkarılmakta. Kutsal Kitap’ında ilk buyruk olarak “Oku!” denen bir toplumun; dünyanın en az okuyan insanlardan oluşması üzüntü verici olduğu kadar da düşündürücüdür. Duvara asılan bir kitap okunmaz. Okuma alışkanlığı da kazandırmaz, bu durum okuma alışkanlığının olmadığı toplumların gerçeğe ulaşması, inancını birinci elden öğrenmesi olanaksızdır. Öğrenmek için okumalı. Okuyunca da düşünmeli, tartışmalı ve sorgulamalı. Tartışan, sorgulayan toplumlar esaret zincirini kırar; yoksulluğu yazgı olmaktan çıkarır; sömürüyü yok eder; bilimsel buluşlarda ileri giderek günlük yaşamını kolaylaştırır.

“İslam dünyasının egemen güçleri, Müslüman insanın özgürleşmesinden korkuyorlar, çünkü özgürlük onlara itaat etmeme gücü kazandırır. (Y. Nuri Öztürk, Kur’an Penceresinden Özgürlük ve İsyan, 14)” Yazarın bu saptaması Müslümanlığın temel sorununun asıl nedenini ortaya koymakta. Özgürlüğünü sağlayamamış bir toplumun yaratıcı eylemler gerçekleştirmesi, üretken olması, dünyanın diğer toplumlarına öncü ve yol gösterici olması olanaklı mıdır? Özgür olmayan kişi birey olabilir mi? Birey olamayan kişi, insan olmanın yüksek erdemini yaşayabilir mi? Özgürleşemeyen toplumlar sürüden farksızdır. Çünkü kendi aklıyla karar vermesi, kendi yaşamını, geleceğini belirlemesi mümkün değildir. İslam dünyası, geri kalmışlık çaresizliğinden kurtulmak için özgürleşmek zorundadır. Özgürleşemeyen, birey olmayan kişinin Allah’ın buyruklarını kendi iradesiyle yorumlayıp anlaması, günlük yaşamına uygulaması olanaksızdır. Bu nedenle İslam’ı anlamak için önce özgür bir irade gerekir. Buna koşut olarak da egemen güçlerin kulluğundan kurtulmalı İslam dünyası.

Mustafa Kemal Atatürk “Özgürlük olmayan ülkede ölüm ve yıkılış vardır. Her ilerlemenin, kurtuluşun anası özgürlüktür.” demekte. Bu toplumsal ileti ile Merhum Öztürk’ün İslam dünyasının asıl sorunlarından başlıcası olarak “özgürlüğün olmaması” saptaması örtüşmektedir. Atatürk özgürlüğü; toplumun gelişmesi, ulusun birlik içinde yaşaması, bağımsızlığın sağlanması, kölelik zincirlerinin kırılması için birincil koşul olarak görmekte. İslam dünyasına özgürlüğün değerini anlatan bir lider olarak Atatürk, bunu emperyalizme karşı savaşla da uygulamalı olarak göstermiştir.

“İnsan özgürlüğünün en büyük engeli şirktir. (a.g.e. 50)” İslam dünyasının egemen güçleri bir yandan Kur’an’ın toplumların anadillerine çevrilmesini yasaklayıp Müslümanların kendi dinlerini öğrenmelerini engellemekte, bir yandan da şirk tasallutuyla kitleleri köleleştirmekteler. Bundan hareketle dün İngiliz, bugün ABD emperyalizminin emrinden çıkamayan İslam dünyası egemenlerinin kendi toplumlarını uyuştururken kullandıkları uyuşturucu da şirktir.

“İnsan tekâmülünün tarihi, insanın itaatsizlik eylemlerinin de bir tarihidir. (a.g.e. 14)” Geleneksel din anlayışının itaat etmeyi, yani eskiyi korumayı kural durumuna getirdiği bir toplumsal anlayışı var. Bu durum, kişinin özgürleşmesinde bir baskı oluşturmakta. İtaat eden kişi övülür, karşı çıkansa yerilir. Bu toplumsal yerleşik anlayış, İslam toplumlarının geri kalmasında en önemli etmen.

“Şirkin belirgin niteliklerinden biri de Allah’ın yetkilerini ‘evliya, aracı, yaklaştırıcı’ diye yaftalanan birtakım şirk elemanları (Kur’an bunlara şürekâ diyor.) arasında bölüştürmek ve insanı bu yetkileri kullanan güdücülerin hegemonyası altına sokup robotlaştırmak, hatta hayvanlaştırmaktır. (age 51)” Burada Saygıdeğer Hoca’mız, şirk elamanlarının “evliya, aracı, yaklaştırıcılar” olduklarını belirliyor. Din adına, hatta Allah adına yola çıktıklarını söyleyen birtakım kişiler, Kur’an dışı bir dinin oluşmasının en büyük failleridir. Türlü tarikatlar altından örgütlenen bu kişilerin birçoğu yoksul halkın temiz din duygularını kullanarak ve bu kişilerin bilgisizliklerinden yararlanarak kendi dünyalıklarını kurma peşindeler. Bu şirk anlayışı, ne yazık ki bazı bilgisiz kesimlerde kişilere tapınmaya kadar işi vardırmakta.

Kendini evliyaymış gibi topluma takdim eden kişilerin çoğunun Batı’nın emperyalist ülkelerinin istihbarat örgütlerince yönlendirildiği de bilinmekte. Bu şirk belasının 15 Temmuz 2016’daki darbe kalkışmasında toplumumuzda nasıl onulmaz yaralar açtığını hayretle gözlemledik. İpleri, ABD’nin elinde olan sözde evliyanın ülkesine ne denli kötülükler yapabileceğini yaşayarak öğrendik.

“Din sınıfı, din kıyafeti yoktur. Hatta resmi mabet yoktur. Vaftiz ve aforoz hiç yoktur. Günah çıkarıcılara ihtiyaç yoktur. İnsan doğduğu anda temizliğinin ve güzelliğinin doruk noktasındadır. Allah’a kul olmak için birilerinin tesciline, okuyup üflemesine ihtiyaç bırakılmamıştır. Çünkü bu ‘okuyup üflemelerin karşılığı’, insanın yaratıcı özgür benliğinin esir alınmasıdır. (a.g.e. 53-54)” Ne yazık ki İslam dünyasında dince yasaklanmasına karşın bir din sınıfı oluşmuştur. Bu din sınıfı toplumun sırtından geçinerek varsıllaşmıştır. Hatta dindarlığın(!) ölçütü bu din sınıfının giydiği kıyafetlerle anlaşılmakta. Neredeyse her tarikat ve cemaatin kendine göre bir din kıyafeti var. Bu din sınıfı, ellerinde iman ölçer bir alet varmışçasına kişilerin inançlarını derecelerini belirlemekteler. Kişilerin ahiretlerinin nasıl olacağı konusunda fetvalar vermekteler. Acaba bu kişiler, bu yetkilerini kimden almaktalar? Bu ve benzeri soruların yanıtlarını, yazdığı kitaplarda Sevgili Yaşar Nuri Hoca’mız ayrıntılarıyla ve Kur’an ayetlerine dayanarak anlattı bizlere.

“Kur’an, vesayet ve vekâlet altında bir imanın söz konusu edildiği tüm sistemleri şirk ve zulüm sistemi olarak damgalamaktadır. Toprak post, Allah dost olacaktır. Tüm yeryüzü mabet, tüm meşru filler ibadettir. (age 54)” Merhum Öztürk’ün bu saptamaları ezberleri bozmakta. Emevi dinciliğine ağır bir darbe indirmekte. Allah’la aldatanların halkı yobazlık bataklığına batırmalarına bir karşı duruş göstermekte. Böyle bir anlayışla biçimlenen İslam dininin “kutsallaştırılmış haraç ve huruç çetelerine” gereksinimi olur mu?

Dünyadaki bütün devrimler, itaatsizlik eylemleri sonunda olmuştur. Ateşin, tekerleğin bulunması; ilk tohumun toprağa ekilmesi, ilk meyve fidanın dikilmesi, hayvanların evcilleştirilmesi, ilk evin yapılması, ilk pişmiş yemeğin yenmesi, ilk şiirin yazılması, ilk resmin çizilmesi, ilk sulama kanalının açılması, ilk ekmeğin pişirilmesi, sütün mayalanarak yoğurt yapılması, tek tanrılı dinin ilk kez kabul edilmesi, kısacası toplumsal sıçramaları sağlayan tüm devrimci atılımlar bir itaatsizlik eylemidir; eskiye bir kafa tutuştur. Eğer bu itaatsizlik eylemleri olmasaydı, insanlık bugünkü duruma gelemezdi ve yontma taş devrinde, mağarada yaşamayı sürdürürdü.

“Kur’an, bir tek insan tipine düşmanlığa izin vermektedir: Zalim. (Y. Nuri Öztürk, Firavun, 16)” Sayın Yazar, bu saptamasını Bakara Suresinin 193. Ayetiyle desteklemekte. “Zulme sapanlardan başkasına düşmanlık edilmez. (Bakara 193)” Ayette de açıkça belirtildiği gibi Kur’an’ın, İslam’ın en büyük ve tek düşmanı zulüm. Zulüm yapana zalim dendiğine göre Kur’an zalimleri düşman olarak belirtmekte.

Y. Nuri Öztürk’ün birçok yapıtında zulüm ve zalim konusu ayrıntılarıyla işlenmekte. İslam, zalime düşman... Dünkü zalimlere düşman olduğu gibi, bugünkü zalimlere de düşman. İnsana zulmedenin dini, ırkı ne olursa oldun hem insanlığın hem de İslam’ın düşmanıdır. Zalimin görünürdeki inancı ne olursa olsun o, zalimdir; zulmetmektedir. Bu davranışıyla da Kur’an’a ters düşmektedir. O zaman zulme karşı savaşmak da her Müslüman’ın görevi olmalı.

Bilgin Yazar’ımızın Firavun yapıtındaki şu saptaması aydınlatıcı ve sarsıcıdır. “Kur’an’ın zulüm dışında bir düşmanı yoktur.” Bu saptama ile Yaşar Nuri Hoca’mız, İslam dünyasını yüzyıllardır süren derin uyku ve uyuşukluğundan uyandırıp kurtulması için sarsmakta, silkelemektedir. Çünkü zulmün hedefi, insandır, onun özgürlüğüdür.

Kur’an dışı yapay düşmanlar üretilerek İslam dünyası köleleştirilmekte, asıl amacından saptırılmaktadır. Ne yazık ki bu da zalimler eliyle yapılmaktadır. Zalimler büyük kitlelerin kendilerine yönelecek öfkesinden kurtulmak için hedef şaşırtmaktalar. Dinler, mezhepler, tarikatlar arasında nefretleri körükleyerek kendi yıkıcı saltanatlarını sürdürmekteler. Bu durum da İslam dünyasının emperyalizme kölelik durumunun sürmesine neden olmakta. İslam ülkelerindeki zalim hükümdarlar, yani günümüzün firavunları, saltanatlarını sürdürürken Batılı emperyalist güçlerin desteğini almaktalar. Bu yolla da yeraltı ve yerüstü zenginlik kaynaklarını bu emperyalist ülkeler yağmalamakta. Zalim yöneticiler de Yaşar Nuri Öztürk’ün söylediği gibi “yallanmaktalar” emperyalist kapılarda.

“Kur’an, peygamberlerle onların karşısına dikilen şirk zümreleri arasında tarih boyunca sürüp giden kavganın esasını, ecdatperestlikle akıl ve bilginin mücadelesi olarak tescil etmektedir. (Y. Nuri Öztürk, Kur’an Penceresinden Özgürlük ve İsyan, 251)” Peygamberlerin yeniliğin temsilcisi olduğunu belirtelim öncelikle. “Şirk zümreleri” de eskiyi, statükoyu, yani muhafazakârlığı temsil etmekte. “Şirk zümreleri” ecdatpersliği savunmaktalar. Bu yolla da gelişmenin, ilerlemenin karşısına dikilmekteler. Peygamber, şirk düzenin karşına akıl ve bilgiyle dikilmekteler. İşte, yıllardır akıl ve bilginin karşısına dikilen “şirk zümreleri” İslam dünyasını zifiri bir karanlığa tutsak ettiler.

“Gelenekçilik veya muhafazakârlık, mutlak anlamda alındığında şirktir. (a.g.e 252)” Çoğu siyasetçinin muhafazakâr olmakla övündüğü şeyin şirk olduğunu İslam dünyasının çoğu bilmez. Sayın Öztürk’ün bu saptaması, çok önemlidir. Muhafazakârlığın İslam toplumlarının gelişmesini, özgürlüğünü engelleyen en büyük düşman olduğunu burada belirtelim.

Y. Nuri Öztürk, Hz. Peygamber’in şu sözünü aktarmakta: “Hilafet (devlet yönetimi) benden sonra otuz yıldır. Ondan sonrası azmış krallar dönemi olur. (age, 262)” Bu hadiste büyük bir öngörü var. Halifeliğin Hz Ali’den sonra biteceği belirtilmekte. Tarih boyunca İslam’ı yozlaştıranlar, Müslümanları emperyalistlere tutsak edenler, Muhammet ümmetini bilimden uzaklaştıranlar “azmış krallar” değil mi? Günümüzde bile Hz. Muhammet’e rağmen hilafet peşinde koşanların “azmış krallık” hayali kuranlar olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.

İslam’da halifeliğin olmadığı çok açıkken “molla, şeyh, şıh, efendi” gibi tarikat ve cemaat liderlerinin olması olanaklı mıdır. Bu durum İslam’a uygun düşer mi? Tabi ki düşmez. Kur’an’da olmayan birtakım sıfatları varmış gibi ortaya atmak, din kurallarının içine sokmak art niyetli bir girişimdir. Bu da en çok İslam’a zarar verir.

“İdare erkinin arkasında, yönetilen toplumun iradesi ve onayı olacaktır. Yönetim erki kutsala, Allah’tan alınmış yetkiye dayandırılamaz. Kur’an peygamberliğin bittiğini ilan eden bir kitap olarak bunun altını özellikle çizmektedir. Çünkü idare erkini kutsala, Allah’a dayandırma yetkisi olabilecek tek insan peygamberdir. Ve peygamberlik bitmiştir. O halde, artık insan hayatında Allah’a ve kutsala dayanarak yönetme söz konusu olmayacaktır, olmamalıdır. (age, 279)” Bu saptama altın değerindedir. Günümüzde İslam dünyasında birçok siyasetçi yönetme yetkisinin Allah’tan geldiğini ima etmekte. Fısıltı gazetesiyle, çoğu zaman da açıkça kendilerini dinin kutsalı olarak ilan etmekteler. Bu durum, şirktir. Kur’an hükümlerini saptırmaktır. Olmayan şeyleri, İslam dininin içine sokmaktır. Bugün kitlelerin bu konuda çok uyanık olması gerek. Çünkü Allah ile aldatanlar, kendilerine kutsallık atfettikleri için geniş kitleleri kolayca kandırmaktalar.     

“İslam evrensel bir dindir. Ne devlet şekli önerir ne de tek devlet veya tek bayrak fikri taşır. Bu tür iddiaların tümü, kitlenin duygularını sömüren siyasal söylemlerdir. O halde, İslam, yüzlerce devlet şekli, yüzlerce devlet başkanı tarafından kabul edilebilecek ve edilmesi gereken bir ortak yaratılış değeridir. (age, 291)” İslam dinini yalnızca bir yönetim kalıbına sığdırmaya çalışmak, onun etki, alanını daraltır. Dünyanın farklı coğrafyalarında, farklı gelenekler, farklı üretim ilişkileri içinde yaşayan toplulukları İslam’a yakınlaştırmaz. “Bir devlet modeli önermeyen İslam’a yönetim modelleri atfetmek, dine yapılabilecek en büyük kötülüktür. Çünkü onu, evrensel niteliklerinden kopararak bölgesel bir din durumuna sokar. Günümüzde bu bölgesellik, Arapçılığın dar kalıbına sığdırılmakta. Bu da Müslümanlığa zarar vermekte.

Atatürk’ün şu sözleri büyük önem taşımaktadır. “Türk tarihinin en mutlu devresi, hükümdarlarımızın halife olmadıkları zamandır. Peygamberimizi ashabına dünya milletlerine İslamiyet’i kabul ettirmelerini emretti, bu milletlerin hükümetleri başına geçmelerini emretmedi. Hilafet demek, idare, hükümet demektir. Bütün Müslüman milletleri idare etmek isteyen bir halife buna nasıl muvaffak olur?! Bütün İslam milletleri üzerinde tek halife fikri hakikatten değil, geleneksel din kitaplarından çıkmış bir fikirdir. (Sadi Borak, Atatürk ve Din, 91-92)” Atatürk’ün dediği gibi halifelik, Türk Ulusuna mutsuzluk getirmiş, onu maceralara sürüklemiştir. Mutsuz olan bir toplumun gelişip ilerlemesi olanaklı mıdır? Ortak aklın yerine bir kişinin iradesini koyan bir yönetim anlayışının İslam dünyasına yararlı olamayacağını yaşayarak öğrendik. Sayın Öztürk’le Atatürk’ün hilafet konusundaki görüşleri örtüşmektedir

Halifelik yönetimi tarih boyunca İslam dünyasını birleştirmek yerine; mezhep ayrımcılığını artırmış, dini bir iktidar mücadelesinin aracı yapmış, sürekli bölünen Müslüman topluluklar arasında sonu gelmeyen savaşlara yol açmış, halkın yaratıcılığını, üretkenliğini yok etmiştir. Çünkü özgürlüğün zincirlendiği bir yerde yaratıcılıktan, üretkenlikten söz edilemez.

Prof. Yaşar Nuri Öztürk; derin, geniş, büyük bir bilgi okyanusudur. Yalnızca bilgiyi vermekle kalmadı; bu bilgileri, Kur’an mantığına ve ilkelerine uygun olarak yorumlayarak beyinleri aydınlatma görevini kararlılıkla sürdürdü. Gerçek bir aydının yapması gerekeni yaptı, doğru bildiklerinden geri adım atmadı. Bildiği, inandığı doğruları halka anlatmak için çırpındı durdu. Karanlık tünelin ucunda bir umut ışığı yaktı. Her geçen gün bu ışık büyümekte. Gelecek kuşaklara, yürüyecekleri aydınlık yol için bir ışık bıraktı.

İslam dünyası, er geç içinde yaşadığı karanlıktan kurtulacaktır. Çünkü dünyanın en uzun gecesi bile gün gelir sabaha kavuşur. Yaşamın diyalektiği bunu, bize birçok tarihsel olayla gösterip kanıtlamakta.

İslam dünyasını tutsaklaştıran, yoksullaştıran, düşmanca kamplaştıran, kanını döken hurafeci şirk düzeni sonsuza dek sürmeyecek. Gerçeğin aydınlığı, beyinlerde şimşek çaktıkça insanlık, şirk düzenine karşı ayağa kalkacaktır. Ayağa kalkan insanlığın karşısında hiçbir zalim ayakta duramaz.

Prof. Yaşar Nuri Öztürk, emperyalizmin parça parça böldüğü İslam coğrafyasına kurtuluş yolunu gösterdi. Bu konuda Atatürk’ü örnek aldı. Tarihin dayattığı zorunluluklara karşı durmak olanaksızdır. Nasıl bir akarsuyun denize kavuşması engellenemezse, bir toplumun aydınlanmasının, özgürleşmesinin karşısında sonsuza dek durulamaz.

Y. Nuri Öztürk elliyi aşkın yapıtıyla İslam dünyasında bir tartışmayı başlatmıştır. Zamanla Öztürk’ün izinden gidecek yeni bilim adamları kesinlikle çoğalacaktır. Bu bilim adamları yalnızca ülkemizde değil, başka ülkelerde de olacaktır. Yaşar Nuri Hoca’nın düşünceleri, İslam dünyasında devrimci bir sıçrayışın, dönüşümün yol gösterici öncüsü olacak. Bu aydınlanma hareketinin yaratıcısı da Yaşar Nuri Öztürk’tür. Öncüler olmadan toplum aydınlanıp harekete geçmez.

İçinde yaşadığımız yıllarda İslam dünyası en kötü günlerini yaşamakta. Emperyalistlerin eliyle bölünmüş Müslümanlar kendi ibadethanelerini bombalamakta, kendi dindaşlarını acımasızca boğazlamaktalar. Din, hurafelere tutsak olmuş; Allah’a şirk koşanlar toplumları yönetir duruma gelmiştir. Bundan da anlaşılacağı üzeri zifiri bir karanlık içindedir İslam dünyası. Bu zifiri karanlıkta göz gözü görmemekte, asıl düşman karanlığın içinde saklanmaktadır. Gecenin en karanlık anının tan vaktinden az önceki zaman olduğunu düşündüğümüzde sabahın olması yakındır ve düşünce aydınlığının büyük güneşi doğmak üzeredir. Bu güneş doğduğunda Yaşar Nuri Öztürk’ün ışıltılarını göreceğiz onun aydınlığında.

Devrimcilerin işi zordur. Çünkü devrimcilik, kurulu düzene meydan okumaktır. Yaşar Nuri Öztürk, yüz yıllardır İslam dünyasını mahveden bir şirk düzenine meydan okudu. Zoru başardı. Bundan sonrası bize kaldı. Yani işin kolay yanı. Hoca’nın düşüncelerini halka anlatarak İslam dünyasında aydınlanma ışığını çoğaltmalıyız.

Hoca’mızın cesareti, öncülüğü ve toplumumuza açtığı aydınlık ufuklar nedeniyle ne kadar minnet duysak azdır. O’nu ömrümüz boyunca hep saygı ve özlemle anacağız.

                                       Adil Hacıömeroğlu

                                       Eğitimci-yazar

                                       12 Mayıs 2017

 


5 yorum:

  1. o , gerekli bir zamanda görevini layıkıyla yaptı . Saygıyla anıyorum , Allah rahmet eylesin .

    YanıtlaSil
  2. Değerli hocamızı rahmetle , minnetle , saygıyla anıyorum. Yazınızın herbir satırına yürekten katılıyorum.Bir çok insan ; körü körüne inancın yanlış olduğunu ondan öğrendi .Okuduğunu anlamak gerektiğini ben de onunla sorgulamaya başladım .Bıraktığı düşünce çok insana yol oldu , ışık oldu . Daha çok ıhtiyacı vardı bu toplumun ona ama malesef erken ayrıldı aramızdan .

    YanıtlaSil
  3. Son yirmi senede bu dine yapılan en büyük kötülüklerden başında,büyük ihale alan müteahhitlere,cami yaptırma zorunluluğu getirilirken;onlarda "yine bize cami taktılar" diyerek,istemeyerek gönülsüz olarak,cami yaptılar... Bu durum "Allah'ın mescitlerini,Allah'a ve ahiret gününe inananlar imar eder"ayetine ters düştüğü gibi,Peygamberimiz döneminde,kör,topal ve alil kimseler için yaptırılan,mescid-i dırarın,cemati böleceği,fitne ve fesada sebep olacağı gerekçesiyle bizzat Peygamberimiz tarafından yıkılarak,yakılmıştır. Zamanımızda da,bir cami varken,üstelik bu cami doldurulamazken, başkaca yapılan mescidler,mescid-i dirar hükmündedir. Üstelik her camiye üç görevli tayin edilerek,arpalıklar tesis etmekten öteye gitmez. Mescidlerin imarından asıl maksat inşaat olarak imar edilmesinden daha ehveni onların cemaatla dolarak imar edilmesidir.Gelinen noktada,tarikatlarda ayrıca kendi mescitlerini inşa ettiler.Cemaatlar bölündüler,camilerin içi boşaldığı gibi kafaların içide boşaldı.Diyarbakır'da ki dört kıbleli cami dindeki yozlaşmanın,dine verilebilecek zararın en bariz örneği olmuştur. Mescidi çoğaltmaya sayetmektense cemati çoğaltarak sayetmek yani nicelikten çok niteliği artırmakla,gerçek anlamda mescitler imar edilebilir.

    YanıtlaSil
  4. Kuran' ı doğru bir şekilde aktaran, aydın dürüst sayılı insanlardan biriyfi. Açıklamaları ve kitaplarında değindikleri bir kesimi oldukça rahatsız etmişti. İnsanların doğruları bilmeleri ve ona göre hareket etmeleri işlerine gelmiyordu çünkü. Saygı ve rahmetle anıyorum. Siz de varolun Adil bey. Hayranlıkla okudum. Teşekkür ederiz
    Nazlı Hilal Eraslan

    YanıtlaSil
  5. Hocam , emeğinize sağlık duygulanarak içim titreyerek okudum.Prof . Yaşar Nuri hoca’ mızım devrimci kişiliği Atatürk ‘ ü örnek alması doğruları bütün içtenliği ve ilim insanı olması dolayısıyla , bilgi birikimini bizlere güzel sohbetiyle anlatması hafızalarımızda güzel insan olarak olarak ömür boyu yer alacaktır. Rahmetli hocamızı ben de Trabzon’da tanımış ve dinlemiştim .Sizin de yazdığınız gibi Kur’ an evlerimizin en üst köşesinde saklanır , sizin de yazınızda vurguladığınız gibi ‘“Ayağa kalkan insanlığın karşısında hiçbir zalim ayakta duramaz “ Bilgi güçtür okursak aydınlanır özgür oluruz Herkesin Kur’ an’ ın Türkçe meali’ mi okuyarak anlamını bilmesi gerekir. Hocam kaleminiz tükenmesin her satırınızı iki kez okuyarak özümsemeye çalıştım . İyi ki varsınız sayenizde değerli paylaşımlarınız dan öğreniyoruz .✍️👏🙏🏻🌺Fulya Kırımoğlu

    YanıtlaSil