İNSAN ESAT



Arap Zemherisinin yangını, sanırım 2011 Haziran’ında ulaştı Suriye’ye. Tıpkı Irak ve Libya’da olduğu gibi ABD, Suriye’ye de demokrasi(!) getirecekti. Amaç, İsrail’in saldırganlığına karşı çıkan ülkelerin yönetimlerini değiştirerek bu ülkelerin bölünmesine yol açmaktı.
ABD ve yandaşları dünyanın dört bir yanından teröristleri Suriye’ye getirdiler. Yeryüzünün en eski uygarlıklarından birinin toprakları, Vandalizmin doymak bilmez iştahı karşısında yok olmaktaydı. Ne yazık ki tek dişi kalmış canavar olan Batı emperyalizmi; barış, özgürlük, demokrasi gibi insanın kulağına hoş gelen sözleri bayraklaştırarak Suriye’deki köklü uygarlığa, insanlığa saldırmaktaydılar. Suriye, diğer ülkeler gibi teslim olmadı, direndi. Uygarlığını, insanlığını, özgürlüğünü elden bırakmamak için direndi, direndi, direndi…
Suriye direnişinin merkezinde Devlet Başkanı Beşar Esat vardı. Basın önüne çıktığında hep umutla bakan gözler… Alçakgönüllü bir diktatör(!)… Şatafatten, güç gösteriminden uzak bir insan… Kendisine, ülkesine dünyanın en bayağı komplosunu kuran, iftira düzeni oluşturan ülke liderlerine bile olumlu yaklaşmayı ilke edinen, soğukkanlılığı elden bırakmayan genç bir adam… Savaşın en zor günlerinde bile Şam’da dolaşırken yanında nerdeyse koruması olmadan dolaşabilen özgüvenli, halkına sonsuz güvenen bir devlet adamı. Düşmanlarını azaltırken dostlarını ustalıkla çoğaltan bir strateji ustası… Şam’ın her bombalanışı sonrasında halkıyla sokakta birlikte olmaya özen gösteren bir koca yürekli insanoğlu… Kendini insana adayan insan, bir otacı…
Halkıyla buluşmalarında Esat’ın gözlerinde hep bir kararlılık görülür. Bir içtenlik ışığı yayar çevresine. Davranışları içtendir, üstten bakma yoktur halkına. Korkunun en küçük bir belirtisi görülmez bakışlarında. O bakışlar, halkıyla bütünleşerek büyür, büyür, büyür, direniş olur. Emperyalistlerin de mezhepçiliği din sanan ahmakların da emperyalizme hizmet etmeyi ibadet sayan özgür düşünemeyen kendi küçük, gölgeleri büyük kimi zavallıların da emperyalizme tapınmayı dinin gereği sayan İslam cahillerini de şaşırtan budur.
 “Bir adam, tüm yokluklar ve kuşatılmışlık içinde nasıl olur da umudunu korur. Güçlüye boyun eğmez. Güçsüzü ezmez. Bombaların düştüğü alanlarda elini, kolunu sallayarak gezer.” Tarih, böyle kişilere “Kahraman!” der. Bunu, tarih bilgisizleri anlayamaz. Bunu, kahraman olmanın onurunu yaşamayanlar bilemez.
14 Nisan 2018 sabahı, Suriye bombalandı. Suriye topraklarına onlarca füze atıldı. Sabah aydınlandı. Esat, her zamanki alçakgönüllülüğüyle ekranlarda. Tek başına… Ne çevresinde etten duvar örmüş korumaları ne de çantasını taşıyan insanlar. Başkanlık sarayının içinde ve dışında kimse görünmüyor. Sabah işine giden sıradan bir çalışan gibi kararlı adımlarla çalışacağı odaya gidiyor. Bu sırada, Suriye halkı sokaklarda halay çekmekte.
Esat, Atatürk’ün dediği gibi “kendi, kendini fethetmiştir.” Egosunu yenmiştir, içindeki insanla. İnsanları kullanarak, çevresini kalabalık tutarak kendini büyük gösterme gibi bir hastalıklı ruh durumu kapısına bile uğramamıştır.
Bombalanan bir ülkenin devlet başkanı vicdanıyla, insanlığıyla halkına moral veriyor insan yüreğiyle. Bunu, insanlığını çıkarlarına kurban etmiş gölgesinden bile ödü kopanlar, içinde zerre kadar insana dair bir kırıntının bile kalmadığı insan görünümlü varlıkların anlaması çok zordur.
İnsan olmak, ayrıcalıklı bir varoluştur. Esat da insanlığıyla direnmekte tek dişi kalmış emperyalistlerin füzelerine, uçaklarına, bombalarına, terörist saldırılarına, yalanlarına ve iftiralarına. Hem de onlara, her gün insanlık dersi vermekte. Tabi anlayana…
                                                                                   Adil Hacıömeroğlu
14 Nisan 2018


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder