23 NİSAN 1920 CUMA


23 Nisan 1920’de Ankara’da BMM açıldı. Meclis’in açılması kolay olmadı. Atatürk, 27 Aralık 1919’da Ankara’ya geldiği günden başlayarak bu kentte Meclis’in toplanması için çalışmalara yaptı. Üstelik bu konuda ona karşı çıkan arkadaşları olmasına karşın.

16 Mart 1920’de İstanbul’un İtilaf devletlerince resmen işgal edilip Osmanlı Meclis-i Mebusanının dağıtılmasıyla Meclis’in Ankara’da toplanması zorunlu oldu.

BMM’nin toplanması için Ulus’ta bulunan İttihat Terakki yapısı seçildi. Yapı onarıldı. Çatının kiremitleri Ankaralılardan toplandı. Marangozlar, kürsü ve başkanlık divanının oturacağı yerleri bir kuruş almadan yaptılar. Milletvekillerinin oturacağı sıralar okullardan getirildi.

1920 Ankara’sında konukevi yoktu. İki tane han vardı. Milletvekillerinin bir bölümü buralarda konakladı. Muallimler Mektebi’nin sınıflarına yer yatakları serilerek koğuşlar oluşturuldu. Kütahya Milletvekili Cevdet Izrap bir arkadaşıyla tabldot yemek işini üstlendi. Üç kap yemek yetmiş kuruşa verildi milletvekillerine. O zamanlar milletvekili aylığı seksen liraydı. Daha sonra yüz liraya çıkarıldı. Ancak bu paralar aylarca alınamadı.

İlk Meclis’te 338 kişi bulunması gerekirken türlü nedenlerle 115 mebus katılıyor ilk günkü toplantıya. Bu mebuslardan 50’si kalpaklı, 41’i fesli ve 21’i ise sarıklıydı.

BMM açıldıktan kısa bir süre sonra milletvekilliğinden ayrılanlar oldu. Toplantılara katılamayıp müstafi sayılanlar vardı. Bazıları ise milletvekilliğinin yerine devlet memurluğunu yeğledi. Kimilerinin milletvekilliği düşürüldü. Aralarında ölenler oldu. (Yararlanılan kaynak: Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, II. Cilt, Türk Tarih Kurumu Yayınevi)

Atatürk, 21 Nisan 1920 günü Heyeti Temsiliye adına Vilayetlere, Bağımsız Livalara ve Kolordu Kumandanlıklarına şu genelgeyi gönderdi: “Bu ayın yirmi üçüncü Cuma günü Ankara’da açılacak Büyük Millet Meclisi’nin sahip olduğu büyük milli ve İslami ehemmiyetin arz ve izahı lüzumsuz bulunduğundan, oralarda yayımlanan gazetelerin birer özel nüsha ile bu fevkalade hadiseyi kutlamaları pek münasip olacağının arzı ile icabının icrasına gayretlerini arz ederiz. (Atatürk’ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, Cilt: 7, s. 351)” Görüldüğü gibi Meclis’in açılacağı yurdun dört yanına haber veriliyor.

23 Nisan öğlene doğru mebuslar, cuma namazını kılmak için Hacıbayram Veli Camisi’ne gittiler. Namazdan sonra dualar ediliyor. Hep birlikte tekbir getirip dua ederek Meclis’in açılacağı yere geliniyor yürüyerek. Burada kurbanlar kesilip dualar ediliyor. Ardından Meclis, Mustafa Kemal Paşa tarafından açılıyor.

BMM’yi en yaşlı üye sıfatıyla Sinop Mebusu Şerif Bey açtı. Kısa bir konuşma yaptı Meclis’in açılma nedeniyle ilgili. Atatürk BMM başkanı seçildi. İlk konuşmasını 24 Nisan’da yaptı.

Ulus egemenliğinin işgale karşı sesi oldu TBMM. Kurtuluş Savaşı’nı yönetti. İşgal güçleriyle savaşırken bir yandan da iç ayaklanmalarla uğraştı. En sonunda ulus, bütün düşmanları yendi. Ulus egemenliği Ankara’da kuruldu. Ardından İngilizlerin desteklediği saltanat ve hilafet kaldırıldı. Böylece ulus, egemenliği tamamen eline aldı.

Ulus egemenliğimizin ve Türk devletinin temellerinin atıldığı bu mutlu günümüzün 104. yılı ulusumuza kutlu olsun.

                                                                  Adil Hacıömeroğlu

                                                                  23 Nisan 2024

ARABADAN İNMEYEN SİYASETÇİ VE BÜROKRAT


Herkesin bildiği gibi ülkemizde bir araba saltanatı var. Hem siyasetçiler hem de bürokratlar arabadan inmiyor, halkın arasında yürümüyorlar. Halkın içine girmeyen siyasetçi ve bürokrat, giderek ondan kopuyor. Halktan kopan birinin, yurttaşın sorunlarını bilmesi olanaksız. Bir yetkilinin bilmediği sorunları, çözmesini beklemek ise saflık olur.

Devletin en küçük birim müdürünün altında resmi araba var. Doğaldır ki bu arabanın bir de sürücüsü… Araba, sabahleyin müdürü evinden alıp akşamleyin geri götürür evine. Gün içinde müdür, eşinin ya da çocuklarının hizmetindedir bu taşıt. Çocuklar okula götürülüp getirilir. Eşler, çarşı pazar alışverişi için arabayı kullanır. Hısım akraba, konu komşu, eş dost ziyaretlerini resmi taşıtlarla yapanlar da var. Nasıl olsa yakıt devletten…

Siyasetçiler de bürokratlar gibi… Onlar da ayaklarını yere basmıyor. Her yere araba ve korumalarla gitmekteler. Kimden korkuyorsunuz, halktan mı? Bir siyasetçi, içinden çıktığı halktan niye korkar? Halka karşı ne suç işledin de ondan uzak durmayı yeğlemektesin ve onunla randa duvarlar örmektesin?

Sırça köşklerde yaşayan siyasetçi ve siyasete bağımlı bürokrat, her geçen gün insanlardan uzaklaşır. İnsandan uzaklaşan, onun sorunlarından da uzak kalır. Halkın nasıl yaşadığını, ne yiyip içtiğini, hangi dertlerle savaştığını bilmez. Bilmediği için de herkesi kendisi gibi sanır bir eli yağda bir eli balda.

Halkın içinden çıkan siyasetçi ve bürokrat, zamanla halka yabancılaşır. Kişisel kurtuluş peşinde koştuğundan gözü, halkı görmez. Onunla dertlenmez. Duygudaşlığını yitirir yurttaşla. Halkın birçok sorununu görse de görmezden gelir. En iyi bildiği de bu.

Siyasetçi ve bürokrat, bindiği resmi araçla trafik sıkışıklığı olduğunda geçiş üstünlüğü kazanır. Halkın çilesini çekmez. Bu çileyi çekmeyen, halkla nasıl duygudaş olsun?  Çünkü onun için böyle bir sorun yok! Yaşamadığı bir sorun için de çözüm bulması düşünülemez.

Dünyanın başlıca taşıt üreticileri olan Almanya ve Japonya’da ülkemizde olduğu kadar resmi araba yok! Üstelik siyasetçi ve bürokratların kullandıkları resmi araçların çoğu son model ve pahalı. Bu araçların giderleri pahalı ve çok fazla akaryakıt yakmakta bunlar. Araba saltanatı sona ermeli. Yoksul halkın sırtından savurganlıkla saltanat sürmek çok ayıp.

Halk, bir deniz… Siyasetçi de denizin içinde yaşayan balık… Balık sudan çıkınca yaşayabilir mi? Doğal olarak yaşayamaz. Siyasetçi de yaşayamıyor halk denizinden çıkınca. Bunun içindir ki yurttaşla konuşurken, tokalaşırken, onu dinlerken ölü balık gözleriyle bakmakta. Olumlu ya da olumsuz bir tepki gösteremiyor dinleyip gördüklerine. Çünkü sorunu yaşamıyor. Bu nedenle içselleştiremiyor onu. Böyle olunca nasıl çözüm üretsin?

Yaşayan bilir. Yaşayan çözüm üretir. Yaşamayan ise sırça köşkten ölü balık gözleriyle yalnızca izler.

                                                                            Adil Hacıömeroğlu

                                                                            22 Nisan 2024

GERÇEĞİN GÜCÜ VE DOSTLUK


Hazreti Ali: “Gerçeğin hatırı, dostun hatırından üstün tutulmalı.” der. Ne güzel, ne anlamlı bir söz… Gerçeğin gücünün, değerinin ne denli önemli olduğunu vurgular bu özdeyiş.

Hz. Ali, yukarıdaki sözüyle bizlere; gerçeğin peşinden gitmemizi, gerçekle yolumuzu aydınlatmamızı öğütlemekte. Gerçekten uzak dostların hatırının da sayılmaması söz konusudur bu güzel sözde. Dost, gerçeği söylediğinde hatırı sayılmalı, üstün tutulmalı, onun yolundan gidilmeli. Aslında bu söz, bize gerçeklerden uzak kişilerle dostluk kurmamayı da öğütler.

Gerçeklerden uzak, yalanları kılavuz edinmiş, ikiyüzlü kişilerden uzak durmak, onlarla dostluk kurmamak gerektiğini yukarıdaki özdeyişiyle ne güzel anlatmakta yüzyıllar öncesinden Hz Ali.

Gerçekçilikten uzak, yalanlarla göz boyayan kişilerle, siyasetçilerle aynı yolda yürümemenin öğüdüdür Hz. Ali’nin günümüze ışık tutan sözü. Gerçeği eğip bükerek değiştirip yalan denen karşımızdakini aldatıcı süslü sözlerle insanları kandırmayı meslek edinmiş günümüz siyasetçilerine güvenmemenin uyarısıdır bu söz. Doğaldır ki anlayana…

Yunus Emre gibi Taptuk’un tekkesine doğru odunları taşmak, eğrileri içeri sokmamaktır gerçekçilik, doğruluk. Çünkü eğrinin girdiği yerde dirlik düzen olmaz. Eğri, doğruyu gölgeler; onun ışığını karanlığıyla yok etmeye çalışır. Eğrilik, doğru düşünceyi yok eden gizli bir düşman. İnsanlık, tarih boyunca eğriyi doğrultma savaşımı vermedi mi? Gerçeğin aydınlığında mutlu, erinçli, barışçı ve insanca bir düzenin kurulması için çaba göstermedi mi kişi?

Kişi, gerçeği bilir. Ancak kişisel çıkarları için eğrinin yanında durur. “Ben dostuma, dostluğuma, yıllardır üyesi olduğum partiye ihanet edemem.” der. Aslında ihanet edemediği kişisel çıkarıdır. Sen dostuna ihanet etmiyorsun, ama gerçeğe ihanet ediyorsun. İnanmadığın bir yola bilerek gidiyorsun. Bu, insanlık adına bir utanç değil mi? Böylece içinde yaşadığın toplumun geleceğini karartarak insanlığa ihanet ediyorsun. Toplumun geleceği, onu kurtaracak gerçek senin için önemli değil mi?

“Efendim; falanca kişi yerdeşim, komşum, arkadaşım, hısım akrabamdır; o dururken başkasını desteklemem yakışık alır mı?” demekte çoğu kişi eğrinin yanında yer almasını gerekçelendirmek için. Niye Hz. Ali kadar yürekli değilsin? Neden onun gibi gerçeğin ardında koşmayı ilke edinecek yüreklilikten, insanlıktan yoksunsun? Niçin Yunus gibi olamıyorsun da toplumun geleceğinin temeline eğri odunları yerleştirmektesin? İnsan olmak, insanca yaşamak, kişilikli davranmak niye sana bu denli zor gelmekte?

Atalarımız: “Dost acı söyler.” demiş. Gerçeğin ışığında yürümemek için ayak diretenleri, gerekçeler üretenleri uyaran ne güzel atasözü bu… Dostluk, acı da olsa gerçeği söylemektir dostuna. Bu gerçeği söylerken dostumuzun sosyal konumuna, oturduğu koltuğa bakmadan ve eğip bükmeden söylemeli ışıklı sözü. Bugün söylediğimiz gerçek, dostumuza acı da gelse gelecekte büyük yararları olacağından söylemeliyiz güneş gibi aydınlatıcı düşüncemizi. Unutmayalım ki güneşe baktığımızda ilk önce gözlerimiz kamaşır, sonrasında dünyadaki her şeyi onun ışığında tüm güzelliği ve yalınlığıyla görürüz.

Ünlü ozanımız Tevfik Fikret, yüzlerce yıl sonra Hz. Ali ve Yunus Emre’yi doğrulayan şu anlamlı, yol gösterici özdeyişi söyler: “Hak bildiğin yolda yalnız da olsan yürüyeceksin.” Hak bildiği yolda yalnız yürüyemeyenlerin bin kez utanması gereken bir söz bu.

Gerçeğin gücünden korkmamalı, yalanın ve ikiyüzlülüğün sinsiliğinden, zehrinden korkalım.

Dostluklar, insanlık erdemleri üzerine kurulmalı. Bazı kişiler için erdemli insan olmak, çok mu zor?

En iyisi mi biz her koşulda Hz. Ali ve Tevfik Fikret’in sözlerini, Yunus’un davranışını kılavuz edinip gerçeği aydınlatıcı ışığında yürüyelim. Başımıza ne gelirse gerçekten, doğruyu yapmaktan gelsin.

                                                                  Adil Hacıömeroğlu

                                                                  21 Nisan 2024

 

DEM’Lİ BELEDİYELERDE PKK KIŞKIRTMALARI


31 Mart yerel seçimleri yapıldı. Birçok belediyenin yönetimi el değiştirdi. Bazıların da ise önceki yöneticiler, yeniden seçilip görevlerini sürdürme hakkı elde ettiler.

Hem genel hem de yerel seçimlerin en çok tartışılan konusu ise PKK’nın siyasal uzantısı DEM Parti’nin seçimlere katılması. Bölücülüğünü hiç saklamayan, PKK’ya toz kondurmayan, her fırsatta terör örgütünün eylemlerine arka çıkan bir parti bu. Dünyanın hiçbir ülkesinde ülkenin toprak bütünlüğünü, ulusun birliğini yok etmeyi savunan bir parti yasal çerçevede kurulamaz ve seçimlere giremez. Ne yazık ki ülkemizde bu bölücü parti; kapatılmayıp seçimlere girmekte, üstüne üstlük de on milyonlarca lira seçim yardımı almakta.

“Dem” sözcüğünün sözlük anlamının “kan” olduğunu da söyleyelim. Kimin kanı bu?

Yerel seçimlerde DEM/PKK üçü büyükşehir olmak üzere on ilimizin belediye başkanlığını kazandı. Ayrıca altmış beş ilçe belediye başkanlığı da bölücülerin yönetimine girdi.

14 Mayıs genel seçimlerinde oyları iyice düşen PKK’nın siyasal uzantısı parti, 31 Mart seçimlerinde CHP ile yaptığı gizli/açık ittifakla yeniden güçlendi.

Bölücü parti, daha önceden ne yaptıysa aynısını yapmakta belediyelerde. İşleri halka hizmet değil, bölücülük yapmak ve devlete karşı başkaldırmak. Bu belediyelerde, bölücülük yolunda ilk adımlar atıldı. Her zaman olduğu gibi kamuoyunun tepkisi yoklanmakta. Sonrasında adım adım ilerleyecekler bölücü yolda.

Mardin Büyükşehir Belediye Meclisi, 15 Nisan 2024 günü toplandı. Toplantının açılışında İstiklal Marşı söyleme önerisi, DEM Parti çoğunluğunca reddedildi. Düşünebiliyor musunuz Türkiye Cumhuriyeti’nin bir kentinin belediye meclisinde İstiklal Marşı söylenmiyor. O İstiklal Marşı ki Kurtuluş Savaşı’mızın en umutsuz anında yazıldı. Türk ulusuna ilk dizesinde “Korkma!” diye seslenen bir marş. Mardin Büyükşehir Belediye Meclisi, bu kararıyla hem Kurtuluş Savaşı’mıza hem de devletimizin varlığına karşı çıktı. Bu bağışlanamaz bir başkaldırı…

Diyarbakır Büyükşehir Belediye Meclisi salonunda bulunan Türk bayrağı, yerinden kaldırıldı. Bayrağımız, bağımsızlığımızın ve ulusumuzun varlığının simgesi. Bu davranış, bağımsızlığımızın ve ulusça varlığımızın yok sayılması…

Tunceli Belediye Meclisi, kentin adını “Dersim” olarak değiştirmiş kendince. Sen, devlet misin ki bir yerleşim yerinin adını kafana göre değiştiriyorsun? DEM’li belediye başkanları kendilerini devlet sanıyorlar. Amaçları, özerkliğe giden bir yolu açmak.

DEM’li il belediyeleri bölücülük yapar da ilçe belediyeleri geri kalır mı? Diyarbakır Bağlar Belediyesinin DEM’li yönetimi ilk iş olarak çatışmalarda öldürülen PKK’lı kadın teröristlerin anısına bir heykel yaptırdı. Heykelin açılışını eşbaşkan Leyla Ayaz yaptı bölücü sloganlar eşliğinde.

Yukarıda anlattığımız bölücü davranışlar sergilenirken bölücülüğün öncüsü sayılan Şeyh Sait’in adı, ne yazık ki Diyarbakır’da bir bulvarda durmakta hala. Ne yazık ki ülkemizin birliğini temsil eden cumhurbaşkanı, içişleri bakanı ve Diyarbakır Valisi bu bölücülüğü izlemekteler büyük bir aymazlıkla hâlâ.

DEM’li belediyeler, yaptıklarıyla açıkça Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne meydan okumaktalar. Önümüzdeki günlerde özerklik ilan edecekler. Batı Asya büyük bir kargaşa içindeyken bunu fırsata dönüştürüp ülkemizi zor duruma sokacaklar. Bu iş için halkın yaşadığı ekonomik güçlüklerden yararlanacaklar. Bu yolla başka siyasal kümelerden de destek almayı deneyecekler. Bu belediyeler, yakında gemi azıya alırlar, durum onu göstermekte. Bu gidişin sonu buralara kayyım atamak... Devlet, belediyeler üzerinden yapılan bölücülüğe “Dur!” demeli.

Kayyım atandığında bazı demokrasi budalaları, halkın iradesinin yok sayıldığını savunacaklar en yüksek perdeden. “Seçimle gelen, seçimle gider.” sözünü haykırarak bölücü örgüte kol kanat gererek Atatürk’ün kurduğu Türk Devletinin yıkılmasına destek verecekler aymazca.

Hitler ve Mussolini seçimle geldiler, ancak seçimle gitmediler. Dünyayı kan gölüne çevirdiler kısa sürede. Dünyanın farklı ülkelerinde elli milyonu aşkın insan öldü. Sakat kalanların sayısı bilinmiyor. Milyonlarca kişi evsiz kaldı Hitler ve Mussolini’nin sandıkta gitmesini beklerken. Kentler yıkıldı, anılar ve tarih yok edildi.

Dünyanın hiçbir yerinde terör örgütleri demokrasinin bir parçası olamaz. Olduklarında ise demokrasiyi kullanarak güçlenirler. Günü geldiğinde ise o ülkeyi de ülkenin yer aldığı bölgeyi de kan gölün çevirirler. Bu gölde herkes boğulur, demokrasi budalaları da…

                                                                  Adil Hacıömeroğlu

                                                                  20 Nisan 2024

ERDOĞAN VE AKP, 31 MART’TAN DERS ÇIKARDI MI?


31 Mart yerel seçimlerinde yurttaş, AKP’ye önemli uyarılarda bulundu. Özellikle ekonomik konularda varsılların değil, yoksulların yanında olmasını istedi iktidar partisinin. İkinci olarak dış politikada iki yüzlü, kararsızlıklarla dolu bir siyasetten vazgeçmesini, ABD-İsrail çizgisini çıkar yol olarak görmemesi konusunda uyarıda bulundu. Üçüncüsü de devlet kurumlarındaki savurganlığın, liyakatsizliğin, iş bilmezliğin, yolsuzlukların ve AKP yöneticilerindeki kibirli davranışların sona ermesi için “Ayağını denk al!” iletisini gönderdi R. Tayyip Erdoğan’a ve diğer AKP yöneticilerine.

“Muhalefet gibi rakamları eğip bükerek, tabir yerindeyse kırk dereden su getirerek analizleri kasmak bize yakışmaz. Milletin sandıkta verdiği mesajları herkesten önce bizim doğru okumamız, tüm boyutlarıyla objektif olarak bizim değerlendirmemiz gerekiyor. Hiçbir komplekse kapılmadan bu muhasebeyi yapmak, gerektiğinde canı pahasına bizim yanımızda duran aziz milletimize karşı görevimizdir. Şurası tartışmasız bir gerçek ki; milletimiz, bizden kapsamlı, samimi ve cesur bir özeleştiri yapmamızı istemiştir. Karşımızdaki tablo tevile gerek duyulmayacak kadar nettir. AK Parti olarak biz de bu tablonun çok iyi farkındayız. Milletimizin mesajlarını baş tacı ederken, sadece bununla kalmayacak, bu mesajlarında gereğini de mutlaka yerine getireceğiz. (AKP Grup toplantısı, 17 Nisan 2024)” Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan bunları söylemekte. Peki, seçimin üstünden on yedi gün geçtikten sonra ders alıp 31 Mart’ta halkın uyarısını doğru olarak görmüş mü acaba?

Yukarıdaki soruya “Evet” yanıtını vermemiz oldukça zor. AKP, eski tas eski hamam görünümüyle iktidarını sürdürmekte. 24 Ocak 1980’de alınan ve 12 Eylül Amerikancı darbesiyle uygulamaya sokulan Özal’ın ekonomik kararları uyarınca serbest piyasa ekonomisi olduğu gibi uygulanmakta. Bunu da yapan Mehmet Şimşek… Eğer RTE, seçimden ders alsaydı, ilk iş olarak Şimşek’i görevden alır, onun yerine üretim ekonomisini benimseyip uygulayan birini işbaşına getirirdi.

RTE ve diğer AKP yöneticileri, 12 Eylül’le ve darbelerle hesaplaşmaktan söz ederler sık sık. Bu, hiç inandırıcı değil. Bu konuda gerçekten içtenlikle davranıyorsanız öncelikle 12 Eylül’ün ekonomik sisteminden vazgeçeceksin. Bu iş için anayasa değişikliği gerekmiyor. Yalnızca halktan ve Türkiye’den yana bir siyasal değişiklik gerekmekte. Sen, 12 Eylül’ün ekonomik sistemine dört elle sarılıp halkı yoksullaştıracak, güzel ülkemizi hem emperyalist tekellere hem de bir avuç işbirlikçiye soyduracaksın; sonra da kalkıp 12 Eylül darbesine karşı olduğunu söyleyeceksin öyle mi? Senin içtenliğine kim inanır?

RTE ve AKP yöneticileri her fırsatta Turgut Özal ve Adnan Menderes’i demokrasi kahramanı olarak göstermekte. Onların yolundan gittiklerini gururla anlatmaktalar. 12 Eylül darbecilerinin ekonomisti Özal’dan demokrasi kahramanı olur mu? Ülkemizdeki katıksız Amerikancılarından olan Menderes’ten demokrasi kahramanı çıkar mı?

AKP’nin kılavuzu Özal ve Menderes olduğu sürece Atlantik kapılarında dilenci olur. Yoksulu değil, varsılı düşünür. Halkın yanında değil de uluslararası tekellerle saf tutar. Tıpkı Menderes ve Özal gibi devletin ve halkın sırtından parti varsılları yaratır. Bu varsılların halkın sofrasındaki ekmeği en küçük kırıntısına dek almasına göz yumar.

Ey Tayyip Erdoğan; halktan yanaysan, seçimlerden sandıklardan gelen iletiyi doğru okumuşsan eğer öncelikle yurdun dört köşesinde üretimi destekleyip canlandırmalısın. Üretene destek, üretici ve tüketicinin sırtından geçinen asalaklara köstek olmalısın. Aracılık yaparak halkı sırtındaki keneleri değil, üretici ve tüketiciyi korumalısın. Halkı korumak böyle olur.

Dışardan borç bularak kalkınmış bir ülke dünyada yok! Erdoğan ve AKP yöneticileri tarihi doğru okuyamadıkları için tarih denen o büyük hazineden ders almayı da bilmiyorlar. Osmanlının borçlanarak bitip yıkıldığını bir türlü görmek istemiyorlar. Duyun-u Umumiyenin Osmanlıyı nasıl soluksuz bıraktığını anlamayanların, ülkemiz gerçeklerine göre davranmaları olanaksız. Her şeyden önce AKP, siyasal çizgisini ulusalcı, yerli bir çizgiye çekmeli.

Başta Erdoğan olmak üzere AKP yöneticilerinin çokça sevdikleri ve sıkça kullandıkları bir söyleyişle her alanda “yerli ve milli” olmalılar. Halkın seçimlerde verdiği reçetede yazan bu. Kurtuluş, ancak halkın seçimde verdiği iletiyi doğru okuyarak olur.

                                                                  Adil Hacıömeroğlu

                                                                  18 Nisan 2024

KİTAP OKUMANIN ANLAMAYI KOLAYLAŞTIRMASI

Kitap okumanın hem çocuklara hem de yetişkinlere sayılamayacak kadar yararı var. Kişinin kitap okuma alışkanlığı edinmesinin yaşı yok! İster çocuk ister yetişkin isterse yaşulu olsun insan, her yaş ve dönemde kitap okuma alışkanlığı edinebilir. Koşulların çok olumlu ya da olumsuz olması, kişinin kitap okumaya zaman ayırmasını engellememeli. 

Kitap okuma alışkanlığının en kolay edinileceği zaman, çocukluk dönemi. “Ağaç yaşken eğilir.” atasözü uyarınca çocuklar, öğrenmeye ve yeni alışkanlıklar edinmeye çok uygunlar. Onlara erkenden okuma alışkanlığı kazandırmak, başta anne ve babalar olmak üzere öğretmenlerin de görevi. Öğrencilere okuma alışkanlığı kazandırmak, okulların ve öğretmenlerin başlıca görevi olmalı. Öğrencilere okuma alışkanlığını kazandıramamış bir eğitim sistemi işlev ve sorumluluğunu yerine getirmemiş demektir.

Kitap okumayan çocuklar, sıradan bir tümceyi 45 saniyede algılarken okuma alışkanlığı olan bir çocuk ise aynı tümceyi 13 saniyede algılamakta. Bu saptama, PİSA Türkiye Değerlendirme Raporu’ndan…

Okuma alışkanlığı olmayan çocukların ve büyüklerin okuma hızları çok yavaş. Okuyanlara göre tümcelere baktıklarında gördükleri sözcük sayısı daha az. Okuma alışkanlığı edinen çocuk ve yetişkinlerin bir göz açıp kapama süresinde gördükleri sözcük sayısı giderek çoğalır. Demek ki okuyanların görme açısı genişlerken, okumayanların görme açıları artmamakta, tersine giderek azalmakta. Okuma hızı artıkça algılayıp kavrama hızı da ona koşut olarak artar. Böylece söyleneni, okunanı algılayıp kavrayan, anlayan kişi sayısı toplumda çoğalır. Bu da toplumsal ilerleme ve gelişmenin itici gücü olur.

Tarih boyunca okuma sayesinde bilgiyle donanmış toplumların üstünlükleri çok açık. Çağımızda da durum aynı… Okumanın yaygın bir alışkanlık durumuna geldiği çağımız toplumları her alanda ileri gitmekte. İleri giden toplumların diğerlerine üstünlük kurması da kaçınılmaz olmakta.

Ülkemizde ortaokul ve lise son sınıfların girdiği iki önemli sınav yapılmakta. Her ikisinde de Türkçe bölümünde doğru sayısı ekside olan çok sayıda öğrenci var. Oysa sorunların çoğu okuma, anlama konusunda. Bu durum, okuma alışkanlığı kazanmayan öğrencilerin anadillerini anlama kavrama, anlatma konusunda ne denli geri olduklarını göstermekte. En kolay soruları bile okuyup anlayarak doğru yanıtlayamayan öğrencilerin bulunması, eğitim sisteminin yüzkarası. Öğrencilere en kolay kazandırılabilecek okuma alışkanlığının bile kazandırılamadığı bir eğitim sisteminin görev ve sorumluluklarını hakkıyla yerine getirdiği düşünülemez.

İlkokulda okuma alışkanlığı kazandırılmalı. Bunun yanı sıra değerler eğitimine önem verilmeli. Okuma alışkanlığı kazanan çocuk, değerler eğitiminde de başarılı olur. Öğrendiklerini içselleştirir. Böylece düşünce; uygulamaya, davranışa dönüşür. Davranışa dönüşmeyen bir düşüncenin, uygulanamayan bir kuramın kimseye yararı olmaz. Düşünceyi, yaşamla ilişkilendiren okuma alışkanlığıdır. Bu, kişiyi üretken ve yaratıcı yapar.

Her yaştaki yurttaşa okuma alışkanlığı kazandırmak için seferberlik yapılmalı. Günümüzde her alanda yaşadığımız sıkıntıların, çatışmaların, uzlaşmazlıkların nedeni okumayan toplum olmamız. Bilgi dağarcığı kıt olduğundan farklı, yaratıcı seçenekler düşünemiyor toplum. Okumayan kişilerin çokluğu nedeniyle uzlaşma kültürü bir türlü gelişemiyor. Yoz bir tutuculukla kendisi gibi düşünmeyenleri düşman olarak görmekte kişi. Oysa farklı düşünmek ve davranmak, aslında düşünsel bir varsıllık. Düşünsel varsıllığın bile farkında olamayan bireylerin çok olduğu bir toplumda demokrasi gelişip yerleşir mi?

Bana: “Toplumumuzun en büyük ve ivedilikle çözülmesi gereken sorunu nedir?” diye soracak olursanız, yanıtım: “Okumak, okumak, okumak…” olur.

                                                                  Adil Hacıömeroğlu

                                                                  16 Nisan 2024

BAYRAM


Bugün bayram… Günün ezanla başladığı bir gün… Güneşin ilk ışıklarının alacakaranlığında uyanıldığı kutlu bir sabah… Sabahın serinliğinin, bahar kokusunun insanın peşi sıra koştuğu bir günün mutlu sabahı… Bir dinlence zamanı olmasına karşın erkenden en güzel ve en temiz giysilerin giyilerek el pençe divan gözlerin yollara düştüğü, solukların tutulduğu, yüreklerin bir başka çarptığı bir sabah alacası…

Bayram sabahında ilk dakikalardan başlayarak insan bir anı yolculuğuna çıkar. Çocukluğunun anımsayabildiği ilk bayram günlerinden başlayan yolculuk bugüne gelir. Kimin de mutluluk gökyüzüne uçan güvercinler gibidir. Kimi ise buruk acıların yüreği yakan üzüntüleriyle dolu. Bayram namazına gidiş dönüşte sessizliğin, dinginliğin egemenliği söz konusu. Bu sessizlik, anılara yolculuğun insanı bugünden koparmasındandır. O anılar, alır götürür bizi uzaklara. Orada yaşayarak geliriz bugüne. Gün boyu anılarla birlikteyiz. Anılar, kimi zaman peşimizden koşup gelir. Kimi zaman önümüzden koşan yaramaz bir çocuk olur, biz onu yakalamaya çalışırız. Kimi zamansa sarıp sarmalar bizi. Önce tinimizi tutsak eder kendine. Sonrasında yüreğimize akar ılık damlalarıyla. Giderek eğnimizde duyumsarız onu her şeyiyle.

Bayramın ikinci, üçüncü günlerinde anılar giderek zayıflar. Günümüz gerçeğine döneriz yavaş yavaş. Düş kırıklıkları egemen olur kişiye. Buna karşın umudunu yitirmez gelecek bayramlarla ilgili. Bayram gününde varsa bir düş kırıklığı, bir eksiklik bunu hayra yorar deneyimli ve anlayışla bezenmiş yürekler. Bir bayram biterken yenisinin umut tohumu ekilir içimizdeki gönül bahçesinin bitek toprağına.

Bayram, çocuklar için daha güzel... Büyüklerin onlar için hoşgörü sınırlarını en çok genişlettikleri zamandır bayram. Yeme ve içmenin sınırsızlığı yaşanır bu günde. Armağanların güler yüzlerle, yürek çarpıntısıyla alınıp verildiği bir an.

Bayram; çocuklar için eğlence, gezip tozma zamanı... Yeni giysiler içinde caka satmanın, ayakların yerden kesildiği mutluluk pınarı. Günün bereketli olduğu, zamanın şeker tadında geçtiği bir gün.

Çocukların havanın kararmasını, gecenin olmasını istemediği, sonsuz bir eğlence ve mutluluk düşünün yaşandığı bir gündür bayram.

Kaç yaşında olursan ol, annenin ve babanın gözünde çocuksun her daim. Eğnin büyüyüp gitse de bir meşe ağacı gibi, boyun uzasa da kavak gibi, bir çınar gibi dal budak salsan da çocuksun onların gözünde. Çoluk çocuğa karışsan da torun torba sahibi olsan da çocukluktan kurtulamazsın anne ve babanın yanında. Annen yağmur bulutu gözleriyle okşar ak düşmüş yer yer dökülmüş saçını. Baban karlı dağların sisiyle dolmuş gözlerle bakar sana. Sen, çıkarsın anı yolculuğuna kanatlanarak.

Bayram anne kokusu, baba şefkati, aile gücü, hısım akraba dayanışması, konu komşu yardımlaşması…

Bayram günü anlar insan; toprağında köklerinin nasıl derinde olduğunu, dallarının nasıl uzadığını. Bu güzel günde fark eder insan ağzının gerçekte bal peteği, dilinin insanları bağlayan güçlü bir urgan olduğunu.

Bayram, sıcaklığı azalmayan ana kucağı, karşılıksız sevginin bitip tükenmek bilmediği ocağıdır. Ana kucağının kendini hep duyumsattığı, baba ocağının dumanının tüttüğü bayramların eksik olmamasıdır dileğim. Çocuk cıvıltılarının kuş olup uçtuğu bayramların yaşanmasından daha güzel ne olabilir?

Çocukların tek zararı, çok şeker yemekten olsun. Bozulan mideler düzelir, ancak kahpe kurşunlarıyla öldürülen çocukların yüzleri gülmez bir daha. Şeker yemeye doyamadan, hatta hiç onu tadamadan kara toprak olan çocuklarla dolu dünyamızda bayramımızın tadı kaçmakta ne yazık ki.

Bayramlar geçmişe özlem, geleceğe umuttur. Karanlığı delip geçen bir ışık, gökyüzünde yükselen ses… Işığımız hiç sönmesin, sesimiz asla kısılmasın.

Her şeye karşın bayramlar bizim için… Buruklukları, üzüntüleri bir yana bırakıp mutlu olma günü. Sağlığımız, dirliğimiz düzenimiz yerinde olsun. Bunları kimsenin yok etmesine izin vermeyelim toplum olarak. Dünyada bayramı olmayan toplum yoktur sanırım. Bayramlar insan olmanın ve toplum olarak yaşamanın bir gereği. Gözyaşının akmadığı, insanların öldürülmediği, ayrılıkların yaşanmadığı güzel bir bayram dilerim herkese.

                                                                            Adil Hacıömeroğlu

                                                                            10 Nisan 2024

 

AKP, SON BİR HAFTADA NASIL ÇÖKTÜ?

Kamuoyu araştırmacıları, akcam yorumcuları ve bazı köşe yazıcıları AKP’nin 31 Mart seçimlerini son bir haftada yitirdiğini söylemekteler. Bu düşünce doğru olabilir. Ancak seçmenlerde son bir haftada görülen değişimin bir geçmişinin olmaması olanaksız.

AKP hükümetlerinin yirmi iki yıllık olumsuzlukları birikti ve 31 Mart 2024 yel seçimleri öncesi taşma noktasına geldi. Olumsuzlukların damla damla doldurduğu bardağı da son haftada yapılan belirgin yanlışlar taşırdı. Peki bunlar, neler?

Emeklilerin açlığa tutsak edilmesiyle halkımızın önemli bir kesiminde bıçak kemiğe dayanmıştı. 15 Temmuz Amerikancı darbe kalkışmasından sonra AKP’ye ulusalcı bakış açısıyla destekler verildi. Bu darbe kalkışmasına tiyatro diyenlere işbirlikçi gözüyle bakıldı. AKP, bu dönemde en güçlü zamanını yaşadı. Açılım döneminin ihanete varan uygulamaları unutuldu. Ne yazık ki AKP yöneticileri, bu desteğin nedenini doğru olarak anlayamadı. 2023 cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra anlaşılmaz bir biçimde ABD’ye doğru dümen kırdı R. Tayyip Erdoğan ve hükümeti. Bu da ulusalcı düşüncelerle AKP’ye destek veren seçmenlerin gözünden kaçmadı. Bu destek gevşemeye başladı.

TBMM Başkan Numan Kurtulmuş, seçimlere bir hafta kala 24 Mart 2024 günü anayasa değişikliği yapılması gerektiğini açıkladı. Bu açıklamayla açılım günlerine dönüleceğinin işareti verildi. Bu, aslında PKK/DEM’e anayasa değişikliği üstünden el uzatmaydı. Seçmen, bu oyunu kolayca anladı.

Seçime bir hafta kala, Filistin’den bir milyonu aşkın sığınmacının geleceği sosyal medyada sıkça paylaşıldı. Bu konuda Erdoğan’la İsrail’in anlaştığı yazılıp çizildi. AKP’den bu konuyu yalanlayan bir açıklama gelmedi. Sığınmacılarla ilgili sorun yaşayan halk, buna tepkisiz kalamazdı. Çünkü sığınmacılar yüzünden kaçak işçilik artmakta. Sığınmacılık, ucuz işgücünü ortaya çıkarmakta. Bu da alt gelir kümesindeki yurttaşlarımızın ekonomik olanaklarını azalttı. Herkes işveren ne veriyorsa onu kabullenmek zorundaydı. Verilene karşı çıkmak işini yitirmek demekti. Üstüne üstlük bir de RTE’nin emeklilerle ilgili tutarsız açıklamaları gelince bardak taştı.

Seçim sabahı erkenden uyanıp kalktık. Eşim, Suadiye’de bir ortaokulda sandık başkanıydı. Gün doğumuyla okulun bahçesindeydik. Okul bahçesinde onlarca insan vardı. Çoğu sandıklarda görev almak için gelen parti temsilcileriydi. Her gelen sandık başkanı, görevli olduğu sandığın numarasını duyuruyordu. O sandıkta görevli olanlar başkanın ardına takılıp içeri giriyordu. Yaklaşık yarım saat okul bahçesinde kaldım. Sandıkların çoğunda görevli AKP’liler yoktu ortalıkta.

Suadiye’den Bostancı’ya yürürken gazetemi aldım. Oy kullanacağım sandığın bulunduğu evimizin karşısındaki ortaokula geldim. Buranın bahçesi de kalabalıktı. Parti temsilcileri kümelenmişti her yanda. Yönetici oldukları anlaşılan birkaç kişi sürekli telefonlarla birileriyle konuşmaktaydı. İki okulun bahçesindeki kişilerin çoğu, CHP’li... Yollar seçmenler ve sandık görevlileriyle dolu... Bu okulda da AKP’li sandık görevlilerinin bazıları gelmemiş görevlerine. Oysa daha önce böyle miydi? AKP görevlileri ilk öce gelip yerlerini alırlardı. Örgütlü durumları ilgi çekerdi.

Kadıköy, CHP’nin kalelerinden… Burada AKP’den sandık görevi alanların çoğu apartman görevlileri ve onların yetişkin çocukları… Yani emekçi, dar gelirliler… Dar gelirlilerin gelirleri iyice azalmış. AKP döneminde daralan ekonomik olanaklar, onların yaşamlarını tehdit etmekte. Bir de üstüne şu anayasa değişikliği ve yeni sığınmacılar binince iş çığırından çıktı. Yurttaşın canı burnuna geldi. AKP’nin asıl dayandığı yoksul kesim ya sandığa gitmedi ya da başka partilere oy verdi.

Perşembenin gelişi, çarşambadan bellidir, der atalarımız. Ne yazık ki AKP yönetimi çarşambayı göremedi. Bu nedenle de perşembede neler olacağını anlayamadı. Demek ki siyasette asıl olan öngörü… Öngörünüz yoksa hesaplayamazsınız başınıza nelerin geleceğini.

                                                         Adil Hacıömeroğlu

                                                         6 Nisan 2024

31 Mart 2024’te CHP

         31 Mart 2024 Yerel Seçimlerinin en kazançlı partisi, CHP. Bu seçimde aldığı sonuçlar, 1989 Yerel seçimlerinde SHP’nin başarısını anımsatmakta. 1989 Yerel seçimlerinden sonra SHP’de çöküş başladı. SHP dönemi, CHP çizgisindeki en önemli ideolojik kırılmaların yaşandığı bir dönem. Atatürk çizgisinin terk edildiği, serbest piyasacılığın benimsendiği, Atatürk’ün halkçı-devletçi uygulamalarının kırıntılarının parti içinden temizlendiği, sınıf savaşımından vazgeçildiği, ulusçuluğun gericilik olarak görüldüğü, bölücülükle dirsek temaslarının başladığı bir dönemin partisidir SHP. Daha sonra yeniden açılan CHP ile birleşti ve aynı ideolojik sapmalar, emperyalizme eklemlenme çizgisi bu yolla Atatürk’ün kurucusu olduğu partiye de egemen oldu. Bu dönemde Altıok’tan vazgeçildi. Altıok ve Atatürk, tarihten bir anı fotoğrafı gibi duvarlarda kaldı.

Başta CHP Genel Başkanı Özgür Özel olmak üzere partinin birçok yöneticisi, 31 Mart seçimlerinde alınan oy oranının CHP tarihinde 1977 genel seçimlerinden sonra alınan en yüksek oy olduğunu açıkladılar. Öteden beri sıkça söylediğimiz bir şey var: Son dönem CHP yöneticileri partilerinin de Türkiye’nin de tarihini bilmiyorlar.

CHP’nin en yüksek aldığı seçimlerdeki oy oranlarına bakalım: 1977 genel seçimleri: % 41.4, 1957 seçimleri: % 41.4, 1950 seçimleri: % 39.6… 31 Mart 2024’te ise belediye başkanlıkları üzerinden hesaplanan CHP’nin oy oranı: 37.77, büyükşehirlerde belediye meclisler ve diğer kentlerdeki il genel meclisi ortalaması ise % 34.48… Öncelikle CHP yöneticileri, kendi tarihleri konusunda sağlıklı bilgileri edinmeli.

31 Mart 2019 yerel seçimlerinde Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul’da aldığı oy sayısı: 4.169.765, bu seçim 23 Haziran 2019’da yinelendi ve İmamoğlu: 4.741.870 oy alarak İstanbul Büyükşehir belediye başkanı oldu. Bu seçimde seçmen sayısı ise 10.570.939… 31 Mart 2024’te aldığı oy ise 4.427.455, toplam seçmen sayısı ise 11.314.534… Bir önceki seçime göre 743.595 seçmen artışı olmasına karşın, İmamoğlu’nun oylarında ise düşme söz konusu. Peki, oylarındaki eksilmenin nedeni ne?

İstanbul’da CHP, resmen olmasa da İYİP ve DEM Parti ile ittifak yaptı. DEM seçmeninin ezici çoğunluğu, İmamoğlu’na oy verdi. Ancak İYİP seçmeninin önemli bir bölümü Ekrem Bey’e oy vermesine karşın, birçoğu da farklı partilere dağıldı. CHP tabanındaki ve diğer partilerdeki milliyetçi seçmen, DEM’le ittifakı onaylamadı. Ayrıca CHP adayları; İzmir, Çanakkale, Adana gibi illerde bir önceki seçimlere göre önemli oranda oy yitirdi. Bu da CHP tabanının bir bölümünün DEM’le ittifaka tepkisi olarak değerlendirilmeli.

CHP, DEM’le resmi olmasa da yaptığı ittifak bölücü örgütü gömüldüğü hendeklerden çıkardı. Onlara umut ve cesaret verdi. Van seçimlerinin iptalini bahane ederek yakıp yıkan bölücü örgüt militanlarının taşkınlıkları acaba hangi özgüvenle sokaklara taştı? DEM’le ittifak yapmanın bedeli, ülkemize ağır olacak. Ancak ulusumuzun sağduyusu, bu işin üstesinden gelecek.

31 Mart seçimlerinde Afyon, Ankara ve Bolu illerindeki sonuçlar ilgi çekici. Afyon Belediye Başkanı seçilen Burcu Köksal’ın seçim öncesi söylediği “Seçildiğimde Afyonkarahisar Belediyesi’nin kapıları, DEM Parti hariç bütün siyasi partilere açık olacak.” sözleri, CHP içinde tartışma yaratsa da Afyonluların gönlünde yer etti. DEM ittifakını reddederek bölücülüğe tavır alan Köksal, yıllar sonra Afyon’da belediye başkanlığını partisine kazandırdı.

Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan, seçim öncesi: “Ben, DEM partililerle bırakın işbirliği yapmayı, aynı kaldırımda bile yürümemeyi tercih ediyorum.” diyerek bölücülükle ittifaka karşı çıktı. Bu tavrıyla da yeniden belediye başkanı seçildi.

31 Mart seçimlerinde en ilginç sonuç Ankara’da alındı. Mansur Yavaş, DEM’e karşı hep tavırlı oldu. Milliyetçi seçmenle tabanda ittifak kurmak için çalıştı Bunu da başardı. Seçimde % 60.4 oy alarak rekor kırdı. Bu sonuçla rakibi AKP adayına fark attı.

Köksal, Özcan ve Yavaş… Bu üç örnek gösteriyor ki bölücülüğe tavır alan, milliyetçi söylemlerde bulunan adaylar, halkın sevgisini kazanmakta. Bölücülükle ittifak ise oy yitimine neden olmakta.

CHP’nin kuruluş ayarlarına dönmesi, Altıok’ta simgeleşen Kemalizmi savunması onu iktidar yapar. Ancak bunun çok zor, hatta olanaksız olduğunun da farkındayım.

Seçim bitti. Şimdi sıra verilen sözlerin tutulmasına geldi. Bakalım sözler yerine getirilecek mi? Gün ola, harman ola…

                                                         Adil Hacıömeroğlu

                                                         5 Nisan 2024

DERSLERLE DOLU 31 MART SEÇİMLERİ

31 Mart Yerel Seçimlerine on üç milyonu aşkın seçmen katılmadı. Seçime katılmayan seçmenlerin bu denli çok olması düşündürücü. Demek ki yurttaşlarımızın bir bölümü, iktidarıyla muhalefetiyle düzen partilerine güvenmiyor. Bu partilerin ülkemiz sorunlarına çözüm getireceklerine dair umudunu yitirmiş bir seçmen kitlesi var demek ki.

Son yerel seçimlerde iki milyondan fazla geçersiz oy var. Geçersiz oy sayısında, önceki seçimlere göre artış var. Bu da ilgi çekici. Seçime katılmayanlarla geçersiz oy kullananları topladığımızda on beş milyonu geçiyor bu sayı. Bu da toplam seçmenin dörtte birinden fazla. Bu seçmen kitlesinin var olan partilere niye oy vermediği incelenmeye değer. Demek ki seçmenlerin dörtte biri düzen partilerinin programlarını beğenmiyor, söylediklerine inanmıyor.

Türk halkı, oy vermeyi çok iyi bilen bir halk. Seçmenlerin çoğu, siyaseti çok iyi gözlemlemekte. Büyükşehirlerde aynı zarftan belediyelerle ilgili üç ayrı oy çıkıyor: Büyükşehir ve ilçe belediye başkanlıkları, belediye meclisi üyeleri. Üçü farklı partilere çıkabiliyor. Bu durum, bilmeyene çok anlamsız gelebilir. Ancak elli yıldır seçimleri izleyen biri olarak beni şaşırtmaz bu. Yurttaş ince eleyip sık dokuyor. Adayları günlerce izleyip bakarak tartıyor. İzlenimlerini olgunlaştırıp sandığa yansıtıyor seçmen. Ayrıca partilere de bu yolla siyasal bir ileti vermekte. Burada önemli olan siyasal partilerinin bu iletileri anlayıp anlamamaları.

31 Mart seçimlerinde açık ve gizli ittifaklar yapıldı. Bu ittifaklar, bazı illerde partiler açısından olumlu sonuçlar sağlasa da kimi illerde ise olumsuz sonuçlara yol açtı.

Yerel seçimlerde gösterilen adaylar çok önemli. Belediye başkanlıklarının oylanmasında adayların nitelikleri önemli etken. Adayların aldıkları oy toplamında partilerin etkisi yüksek olsa da adayların kişisel oyları belirleyici olmakta. Hükümetin, seçimlere katılan partilerin savunduğu ve ellerindeki belediyelerde uyguladıkları politikalar, seçmenin oy kullanmasında etkili.

Yerel seçimlerde partilerin yurttaşlardan aldıkları asıl destek büyükşehirlerde belediye meclislerinde aldıkları oylar ve diğer kentlerimizde yapılan il genel meclislerindeki oylarının toplamı üzerinden hesaplanmalı.

Şu anda YSK, 31 Mart seçimlerinin kesin sonuçlarını henüz açıklamadı. Ancak kesin olmayana sonuçlara göre Türkiye genelinde büyükşehirlerde ilçe belediye meclisleri ve diğer kentlerdeki il genel meclislerinde oyların toplamına bakınca CHP, aldığı yüzde 34,47 oyla birinci parti. AKP ise oyların yüzde 32,42 alarak ikinci sırada. Üçüncü parti, yüzde 6.96 oy oranıyla YRP. Bu oy oranlarıyla halkın partilere verdiği iletiler iyi değerlendirilmeli.

Türk yurttaşı, dünyanın neresinde olursa olsun oy kullanmayı büyük bir sorumluluk olarak görmekte. Oyunu kullanırken kılı kırk yarmakta yurttaşımız. Bu nedenle seçimlerde en son suçlanacak kişi, seçmen. Partiler, seçmenden gerekli desteği alamıyorsa sorun, partilerin siyasetinde. Bu nedenle her seçimden sonra partiler, iğneyi kendilerine batırmalı. Eleştiri ve özeleştiri, siyasetçinin doğruya yönelmesini sağlayacak biricik yol. Böyle bir yoldan gitmemek büyük yanlış…

                                                         Adil Hacıömeroğlu

                                                         4 Nisan 2024

 

 

 

SEÇİMLERLE İLGİLİ TEHLİKELİ BAKIŞ AÇILARI

        Son yıllarda ülkemizde özellikle sosyal medya üzerinde kışkırtıcılık yapılmakta ülkemizin dirlik ve düzenine karşı. Asılsız görüşlere gerçekmiş gibi inananlar çok. Ne yazık ki sosyal medyada yazılan her şeye inanıp doğru sanmak ülkemize zarar vermekte.

Bazı kişiler, önceki seçimlerde sığınmacıların toplu olarak oy kullandıklarını söylediler. Bu, yenilgilere kılıf uydurmadan başka bir şey değildi. Çünkü seçimlerde Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olmayan hiç kimse oy kullanamaz. Bu yalın gerçeği bile bilmemek, büyük bilgisizlik. Hele bilip de bile bile kışkırtıcı bozgunculuk yapmak, ülkemize açıkça düşmanlık.

Neyse 31 Mart’ta muhalefet seçimlerden yengiyle çıktı da “Sığınmacılar oy kullandı.” tümcesini duymadık. Yani sosyal medyada muhalefet yapan kadrolular, böylece kendilerini yalanlamış oldular.

Sosyal medyada yazıp çizen kimileri ise muhalefetin seçim başarısını yurtdışındaki gurbetçilerimizin oy kullanmamasına bağlamaktalar. Ne acı değil mi? 1960 sonrası ülkemizin kalkınmasında önemli pay sahibi olan gurbetçi işçilerimizin oy kullanmasına karşı çıkmak büyük bir aymazlık. Gurbetçi döviz getirip iç piyasamızı canlandıracak, ancak oy kullanamayacak öyle mi? Gerçi bu seçimde oy kullansalar da durum değişmezdi. Ancak gurbetçilerin oy kullanmamasını istemek, ayrımcılık ve içten içe bir bölücülük sayılmaz mı?

Kimler oy kullanır, kimler seçmen olur tartışması bilir bilmez bir biçimde sürmekte. Oysa bu konu çok açık ve yasalarla belirlenmiş.

31 Mart Pazar günü Şırnak ve Ağrı’da olanları izleyince ürperdim. Bu PKK/DEM’lilerin bilinçaltlarına yerleşmiş öylesine bölücülük var ki anlatılamaz. Toplu olarak oy vermeye giden subay, astsubay ve sözleşmeli erlere hakaret eden, bağırıp çağıran bölücü örgüt yandaşlarını görünce kaygılandım. Bu ırkçı, yasa tanımaz tutumun faşistçe olduğunu söyleyebilirim. Oysa yasalar çok açık. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olan her birey, ikamet ettiği yerde oyunu kullanır. TSK mensupları da herkes gibi ikamet ettikleri yerde sandığa gitmekteler. Onların seçme haklarını ellerinden almak mıdır sizin sözde demokrasiniz? Hem oy kullanacak subay ve astsubayların hangi partiye oy vereceklerini nereden biliyorsunuz? Bu kafatasçı, faşist mantıktın kişiyi ülkesine düşmanlaştıran.

Sonradan Ağrı Belediye Başkanı seçildiğini öğrendiğimiz kadın avazı çıktığınca bağırmakta: “Bunların hiçbiri Ağrılı değil!” diye. Ağrılı yurttaşlarımız ülkemizin seksen ilinde oy kullanınca sesini çıkaran oluyor mu? Türkiye’nin hiçbir yerinde “Sen şuralısın, o buralı diye yurttaşlık hakkı engellenen birisi oldu mu bugüne dek. Üstelik seçmen listeleri çok önceden askıya çıkarılıyor. Askıdaki seçmen listelerine niye yasalar çerçevesinde itiraz etmediniz? Amacınız üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek... Kışkırtıcılık yapıp emperyalizme hizmet etmek…

Seksen bir ilimizde yalnızca o ilde doğup büyüyenler, oranın nüfusuna kayıtlı olanlar oy vermiyor. Neredeyse her ilimizde farklı illerden yurttaşlarımız yaşamakta. Her yurttaşımız da yaşadığı yerde oyunu kullanmakta. TSK mensuplarının diğer yurttaşlarımızdan ayrı tutulması niye? Subay ve astsubay ve sözleşmeli erlere bu düşmanlık neden?

 Sosyal medyada bilip bilmediği her konuda uzman kesilen kimi kendini bilmezlerin ülkemizi getirdiği nokta, ayrımcılık ve faşistçe düşünüp davranmaları içler acısı. Bunun adı demokrasiyse ben demokrat değilim.

                                                                            Adil Hacıömeroğlu        

                                                                           4 Nisan 2024

 

HALKTAN UZAKLAŞMA, ÇÖZÜMSÜZ SORUNLAR, TUTARSIZLIK VE YENİLGİ

31 Mart 2024 Yerel Seçimlerinin asıl yitireni 22 yıldır iktidarda bulunan AKP. 2002’de 3 y (yoksulluk, yolsuzluk, yasaklar) ile savaşmak için iktidara gelen AKP, ne yazık ki 3 y’nin derinleştirdiği yenilgi çukurunda. Toplumun yoksul kesimlerine dayanarak iktidara gelen bir partinin yoksulluğu derinleştirmesi, işsizliği artırması, üretime yönelik adımları savsaklaması çok belirgin bir siyasal uygulama İktidar Partisi için.

Yolsuzluk

AKP için özellikle kendi üyeleri tarafından söylenen “Mücahit geldiler, müteahhit oldular.” tümcesi, aslında her şeyi açıklamakta. AKP kadroları varsıllaştılar. Bu varsıllaşma, birçoğunun içinde uyuyan görgüsüzlüğü uyandırdı. Gösterişli evler, arabalar, su gibi harcanan kaynağı belirsiz paralar insanların gözlerinden kaçmamakta. Zaten bu görgüsüzlük, sosyal medyada neredeyse her saat paylaşılmakta. Ayrıca dünün yoksulu, yoksul mahallesinde kendisi gibi yaşayan komşularına gösteriş yapmak için çok pahalı, çakarlı arabalarla gelip oy istediler partilerine. İnsanımız ne denli yoksul olsa da gözlemciliği, gerçekleri çabuk kavrayışı, sağduyulu düşünüşü, mertliği ve açık sözlü davranışı övgüye değer. Mahallesine gezmeye ya da oy istemeye gelen dünün yoksulunun hangi yolla, nasıl varsıllaştığını kolayca anlamakta eski mahallesinde yaşayanlar. Gerçi anlamaya gerek de yok. Çünkü hızla varsıllaşan kişi, servetini nasıl edindiğini yetenekli, akıllı(!) olduğunu belirtmek için ilk fırsatta anlatmakta.

AKP’ye oy verenlere sorun bakalım önettikleri belediyelerde, devlet kurumlarında yolsuzluk yapılıyor mu diye. Ne yazık ki AKP döneminde devlet kuruluşlarının çoğunda denetim, yasalara uygun iş yapma ortadan kalkmış durumda. En küçük birimin müdürü bile hem despot hem de küçük çapta bir yağma çiftliğinin patronu. Halka üstten bakmak sıradanlaştı. AKP, kısa yoldan köşe dönmek isteyenlerinin partisi oldu halkın gözünde. Doğaldır ki bunun bir bedeli olacaktı. Halk, bu bedeli sandıkta ödetti.

Üretmeyen ülke

AKP iktidarlarının gözlerinin görmediği en önemli alan, üretim. Turgut Özal ve Kemal Derviş’ten devraldıkları serbest piyasacı, dış borca dayalı sistem olduğu gibi uygulandı. Zamanla borç birikti ödenmez oldu. Bu politikayla üreten kırsal kesim boşaldı. Köylerde tarlaya tohumu atacak, ürünü kaldıracak nüfus kalmadı. Başta köylü olmak üzere üretenlerin tümü ezildi. Ürettiği malı, neredeyse maliyetinin altında satmak zorunda kaldı üreticimiz. Birçok zorunlu tüketim maddesi Türkiye’de üretilmesine, özellikle de tarım ürünleri ülkemizde yetiştirilmesine karşın dışardan alınmakta. Bu anlaşılır bir durum değil. Çünkü bu yolla Türk üreticisi etkisiz kılınmakta, emeği pula dönmekte. Bu da AKP hükümetlerinin uyguladığı liberal politikaların sonucu. Bu ekonomik politikalar sonunda orta sınıf yok oldu. Varsıl daha varsıl, yoksul daha yoksul oldu.

Üreticiyi ezen serbest piyasa sistemi, tüketimi özendirdi sürekli. Daha çok tüketim, daha çok dış borç demek. Bu kısır döngüyle ülkemiz daha çok borca battı, dışa bağımlılığı arttı. Bu da AKP hükümetlerinin ne denli yanlış bir ekonomik sistemi uyguladığının önemli bir göstergesi. Halkın bu sisteme dayanma gücü kalmadı. Sisteme, dolayısıyla bunun uygulayıcısı AKP’ye sandıkta tepki göstermesi ise en doğal hakkı.

Emekliler, süründürüldü

AKP hükümetleri, emeklileri adeta süründürdü. Yıllarca ülkesine hizmet eden kişileri açlığa tutsak etmesi bağışlanamaz. Emekli olmayan yurttaşlar, emeklilerin zor durumlarını görünce aynı şeyin onların da başına geleceğini düşünerek doğal olarak kaygılanmaktalar. Emekli, hesabını ahirete bırakmayıp sandıkta sordu.

Emekliler konusu, muhalefet partilerince seçimlerde kullanıldı. Bir lokma ekmeğe muhtaç emeklinin içler acısı durumu görmezden gelinemez. Seçimlerden önce yazdığı “Emekliler, Emekliyor” başlıklı yazımda, konu ayrıntılı olarak açıklamakta

Dış politikadaki tutarsızlıklar

AKP’nin en yumuşak karnı dış politika. “Denge politikası” adı altında tam bir dengesizliğin içinde. Bunun en yalın örneği Filistin-İsrail savaşı… R. Tayyip Erdoğan, seçmenlerinin gözünü boyamak için İsrail yönetimine demedik söz bırakmadı. Ancak el altından İsrail’le ticareti kesintisiz sürdürdü. Üstelik her geçen gün bu ticaret artmakta. Bu çelişkiyi uzun süre saklayamadı halktan RTE. Bunu en iyi kullanan da YRP Genel Başkanı Fatih Erbakan oldu ve karşılığını da aldı seçimlerde.

AKP’nin diğer bir tutarsızlığı Rusya-Ukrayna savaşında. Burada da ikili oynamakta. Bir yandan Rusya ile iyi ilişkiler kurarken diğer yandan da Batı’yı küstürmemek adına Ukrayna ile el ele. Bu da ülkemize zarar vermekte. Bu tutarsızlık; başta komşularımız olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde Türkiye’ye karşı güvensizliğe dönüşmekte. Halkımız, bu tutarsızlıkların ekonomimize yansımalarını görmekte. Bu nedenle rahatsızlığı söz konusu yurttaşlarımızın.

Erdoğan’ın despotluğu, alaycı dili

RTE, kedisini eleştirenlere, kendinden farklı düşünenlere hoşgörü göstermiyor. Azarlıyor, paylıyor, bağırıp çağırıyor… Konuşmalarına bakıldığında sürekli bir bağırma söz konusu.

Muhalefeti küçük görmekte. Muhalefet liderleriyle dalga geçip hakaret etmekte fırsat buldukça. Eleştiriye tahammülü hiç yok! En küçük eleştiriyi, kendisine saldırı olarak değerlendirmekte. Oysa eleştirilerden ders almayı bilse hem kendisini geliştirecek hem de yanlışlarını azaltacak. Bu bakış açısı ne bilimsel ne de demokratça.

Erdoğan, basının kendisini eleştirmesine karşı çok sert ve saldırgan. Bundan da anlaşılıyor ki çocukluğu ve gençliği bir hoşgörü ortamında geçmemiş. Yapmadığı ya da yanlış yaptığı işlerle ilgili soru sorulduğunda sinirleniyor. Sinirlenince tüm dengesi bozuluyor. Oysa eleştiri, demokrasilerin olmazsa olmazı. Eleştiri olmasa yanlışımızı nasıl öğreneceğiz?

Basın yayın organlarında her partiye eşit söz hakkı verilmiyor. Özellikle TRT’ye bağlı televizyonlar, radyolar iktidar partisinin sesi olmuş. Bu demokrasi dışı uygulama hakkın ilgisinden kaçmıyor.

Neredeyse her gün televizyon kanallarında konuşmakta. Ramazanda her iftar sonrası ekranlarda görünmesi insanları bıktırdı. Bu iftar sofralarının masrafını kendi kesesinden mi, yoksa milletin kesesinden mi ödemekte? Milletin kesesinden iftar yemekleri düzenlemek İslam dinine ne derece uygun acaba? Kendi deyişiyle “garip gureba, fakir fukaranın” parasıyla insanlara iftar yemeği ısmarlanır mı?

Kibir

Her düzeydeki AKP yöneticilerinin çoğunda anlaşılmaz bir kibir var. Yöneticileri geçelim. AKP’ye uzaktan yakından bulaşmışlarda da aynı kibri görmek söz konusu. Her şeye egemenim, bilmediğim bir şey yok, yüksek dağları ben yarattım havası en belirgin özellikleri bu kişilerin. Karşısındakini dinleme, farklı düşünceleri öğrenme gibi bir alışkanlıkları yok çoğunun! Karşılarındakileri küçümsemeleri çok belirgin. Bu nitelikleriyle güvercinlere benzemekteler. Yerdeyken halkın avucundan yem yiyorlar, havalandıklarında ise yurttaşın başına s.çıyorlar. Çok yazık, çok… Halka rağmen halk için bir şey yapılamaz.

AKP’nin temsil ettiği taban

2002’den beri AKP’ye oy veren bir halk kitlesi var. Bu kitlenin hepsi aynı dünya görüşüne sahip değil. Dört farklı eğilim var parti tabanında. Partinin çekirdeğini oluşturan Mili Selamet Partisi, Milli Görüş geleneğinden gelenler… İkinci kitle ise merkez sağ (DP, AP; DYP, ANAP) geleneğinin temsilcileri… Üçüncü eğilim ise milliyetçiler… Dördüncü kitle ise çoğu kişinin bir türlü görmediği CHP-DSP kökleri olanlar… Karadeniz, İç Anadolu, Doğu Anadolu’nun bir kısmı, İç Ege ve Marmara’nın bir bölümünde CHP-DSP köklerinden gelen seçmenleri var AKP’nin. Bu seçmen kitlesi Kurtuluş Savaşı’nın omurgasını oluşturan ailelerin torunları.

Milli görüşçüler dışındaki kitle, Atatürk’ü sevip sayar. Cumhuriyet değerlerine sahip çıkar. Ulus devletin varlığı konusunda duyarlıdırlar. Düşsel, gerçekdışı bir ümmetçilik onların dünya görüşünü de mantığına da uymaz. Ortaçağ özlemi içindeki yobazlığın yaşama ters geldiğinin farkındadır bu kitle.

AKP’deki Milli Görüşçüler, bir güç zehirlenmesinin körlüğünü yaşamaktalar. Bu körlük, onlara ülkemiz koşullarıyla bağdaşmayan bir özgüven kazandırmış AKP iktidarı boyunca. Sosyal medya paylaşımlarında, eş dost söyleşilerinde düşünceleri ülkemize egemen olmuş gibi konuşup davranmaktalar. Bu da AKP içinde yer alan Cumhuriyet değerlerine bağlı kitleyi rahatsız etmekte. Her fırsatta Atatürk ve devrimlerle hesaplaşma peşindeler.

 31 Mart yerel seçimlerinde AKP tabanında başta ekonomi ve dış politikadaki tutarsızlıklar konusuna bağlı olarak birçok konuda rahatsızlıklar başladı. Bu nedenle seçmen, parti yönetimini uyarma gereği duydu. Bu seçimlere katılım oranı, öncekilere göre oldukça düşük.

Seçimin kazananı olarak görülen CHP oylarında olağanüstü bir artış yok! AKP seçmeninin daha çok CHP-DSP kökenli olanlarının bir bölümü CHP’ye oy verdi. Milli görüşçülerin önemli bir bölümü ise YRP’yi destekledi. Bu nedenle YRP, seçimin en kazançlı partisi. AKP seçmeninin önemli bir bölümü ise sandığa gitmedi. Bu kitle partisine şimdilik bağlı. Bu kişilerin elleri başka bir partiye oy vermeye eli varmadı. Sandığa gitmeyerek iktidar partisine kendini, politikalarını değiştirmesi için uyarıda bulundu.

AKP’de politika değişikliği olur mu?

AKP, kendini düzeltebilir mi? Bu çok zor… Mehmet Şimşek’i ekonominin başına getirerek ABD yaptırımlarına teslim oldu. Şimşek borçlanma ekonomisinden yana. Onun defterinde üretim yazmaz. Ekonomik bunalımın yüküne varsıla değil, yoksulun sırtına yükler. Bu nedenle yoksul, gittikçe yoksullaşır, varsıl da daha çok varsıllaşır. Kısacası Şimşek, RTE’nin deyişiyle “yerli ve milli” değil.

AKP yoksulluğu ortadan kaldırmak için geldi, yoksulluk katlanarak arttı. Yolsuzluğu önlemek için iktidar oldu, yolsuzluğa tüm gövdesiyle battı. CHP’nin kaynağını bir türlü açıklayamadığı para kulelerinin toplumda karşılık bulmamasının nedeni AKP döneminde yolsuzluğun sıradanlaşmasından. AKP, yasakları yasaklamak için söz verdi, birçok konuda yasakçılık şampiyonu oldu.

Günümüz siyasetçisinin en büyük sorunu sözünde durmaması. Ayrıca iktidar seçeneği olacak partilerin neredeyse hepsinin programı aynı. Hepsi serbest piyasacı… Hepsi batı sistemine eklemlenmek için yarışmakta. Atatürk’ün tam bağımsızlık, üreten Türkiye ülküsüne bağlı siyasetçiye ve siyasal partiye ivedilikle gereksinmemiz var. Çünkü kurtuluşumuz burada.

                                                             Adil Hacıömeroğlu

                                                             3 Nisan 2024

 

 

 

 

 

SEÇİM YALANLARINA NE OLDU?

Her seçim öncesi ve sonrası alışılagelen yalanlar vardı. Ne yazık ki bu yalanlara inananlar çoktu. Seçim yenilgilerinden ders almak yerine, yalanlardan oluşan bahanelere sığınıldı. Bu nedenle de ülkemiz sorunlarına çözüm oluşturacak halka yönelik siyasetler oluşturulamıyor.

“AKP seçmeni körü körüne oy verir.” sözü; muhalefet parti yöneticilerinin, muhalefeti destekleyen kimi gazeteciler, yurttaşlar söyleyegelir. 31 Mart seçimleri gösterdi ki AKP seçmeni gözü kapalı, körü körüne oy vermiyormuş. Hükümet uygulamalarını yanlış olduğunu gördüklerinde ya oy vermeye gitmiyor ya da muhalefet partilerine destek veriyorlar. Demek ki AKP’nin kazandığı onlarca seçim sonrası sorulacak soru şu idi: “Halkımızın neredeyse yarısı, niye AKP’ye oy veriyor?” Bu sorunun yanıtı bulununca AKP’ye karşı savaşım amaca ulaşır.

AKP seçmeninin kömür, makarna karşılığında oy verdiği söylendi yıllarca. Bu yalana, ağır suçlamaya ilk karşı çıkanlardanım (Bkz. Kömürcü, Makarnacı Koyunlar https://adiladalet.blogspot.com/2014/01/komurcu-makarnaci-koyunlar.html ). Halkı verdiği oy yüzünden suçlamak çok yanlış. Onu, düşüncelerinle ikna edemiyorsan sorun sende.

İkinci bir yalan: “AKP, oyları çalarak seçimleri kazanıyor.” Görüldüğü gibi bu yalan da pazar günü seçim sandıklarında çöktü. Demek ki sandığa atılan oy, ona sahip çıkılınca yok olmuyor. Bu söylem sandık başkanlarına ve sandık kurulunda bulunan devlet memuru olan üyelere ağır bir suçlama içerir. Devlet memurlarının ezici bir çoğunluğu işlerini namuslarıyla yapar. Ayrıca il ve ilçe seçim kurullarında da memurlar var. Ayrıca sandık, il ve ilçe seçim kurullarında partileri temsilen üyeler bulunmakta. Toptancı bir görüş ve yalanla bu kişileri suçlamak hem büyük bir ayıp hem de onlara haksızlık. Çoğu devlet memuru olan bu kişiler de seçmen ve oy kullanıyorlar. İşini yapmamakla suçladığınız kişilerin oyuna gereksinmeniz yok mu sizin?

“YSK, geliştirdiği yeni bilgisayar programlarıyla sandıklardan gelen oyları değiştirip AKP’ye yazıyor.” Benzeri tümcelerle YSK, olmadık yalanlarla suçlanmakta yıllardır. Bu seçim gösterdi ki YSK’ya giden sandık sonuçlarını olduğu gibi yayımlamakta.

“Anadolu Ajansı, muhalefetin oylarını vermiyor.” tümcesi ise seçim akşamlarının ünlü yalanı. Görüldüğü gibi oy alırsan ilk dakikalardan başlayarak oyların açıklanır, Türkiye haritası kırmızıya boyanır.

Bir diğer yalan ise “Tayyip Erdoğan’ın diktatör olduğu ve koltuğunu seçimle bırakmayacağı” idi. 2019 seçimlerinde AKP ve ortağı MHP; Ankara, İstanbul, Adana, Antalya ve Mersin büyükşehir belediyelerini kaybetti. Bu belediyeler, kavgasız gürültüsüz teslim edildi CHP’li belediye başkanlarına. O zaman “Diktatör olan biri, beş büyük belediyeyi kuzu kuzu teslim eder mi rakibine?” diye sorduk. Usçu bir yanıt alamadık.

Yukarıda başlıca yalanları yazdık. Bunlara benzer onlarca yalan ver. Bu yalanlar, bilinçli olarak çıkarıldı. Kim tarafından? Ülkemizde karışıklık çıkarmak isteyenlerce, yani emperyalist odaklarca. Bu yalanları yayanlar ise FETÖ ve PKK… Muhalif olan birçok kişi, bu yalanlara sarıldı bilerek ya da bilmeyerek. Bazı siyasal parti yöneticileri de başarısızlıklarını örtmek için ne yazık ki bu yalanlara sarıldı.

En çok üzüldüğüm şey ise siyasal parti yöneticilerinin yukarıdaki yalanlara sarılmalarının nedeni, Türk devlet geleneğini bilmemeleri. Cumhuriyet kurumlarının çoğunun hâlâ dimdik ayakta durduğunun farkında olmamaları.

31 Mart seçimleri yalanları çürütmesi bakımından olumludur. Emperyalist odaklara kanıp yalan söyleyenlerden bir vicdan muhasebesi, en azından bir özür beklemek kamuoyunun hakkı. Ama nerde…

                                                                            Adil Hacıömeroğlu

                                                                            2 Nisan 2024